-“Az önce o adama ne dedin?”
-“Daha hızlı çalışmasını söyledim!”
-“Ona ne kadar ücret veriyorsun?”
-“Günde 10 dolar!”
-“Ona vereceğin parayı nereden buluyorsun?”
-“Malları satıyorum!”
-“Bu malları kim üretiyor?”
-“O yapıyor!”
-“Bir günde kaç tane mal üretiyor?”
-“50 dolarlık.”
-“O halde, bırak ona ödeme yapmayı, kendisine daha hızlı çalış demen için
O sana günde 40 dolar ödüyor!”
-“Ha?”
-“Ama… Makineler bana ait!”
-“Peki bu makineleri nasıl elde ettin?”
-“Malları satıp aldım!”
-“İyi de o malları kim yaptı?”
-“Kapa çeneni… Seni duyabilir !”
GÜNLER EKSİK
Dünya, gizemli bir şekilde normalden daha hızlı dönmeye başlamış!
Bazı günler 24 saatten daha kısa sürüyormuş nedense.
.
“Fark çok küçük olsa da, yalnızca atom saatleriyle ölçülebilecek kadar hassasmış. Ama kısaymış işte!”
.
Geçtiğimiz senelerde ve özellikle 22 Temmuz ve 5 Ağustos tarihlerinde, Dünya dönüşünü 1.6 milisaniye daha erken tamamlamış, yani hızlanmış.
.
Bu da “Tarihte kaydedilen en kısa günler” arasında yer almış!
.
Bu hızlanma ilk kez 2020 yılında fark edilmiş ve görünüşe göre bu seneye kadar da devam edecekmiş.
.
Ama asıl gizem şu:
“Hiç kimse nedenini tam olarak bilmiyor.”
.
Bununla ilgili bilim insanları bazı olası açıklamalar yapmış tabi:
Mesela:
*Dünya’nın çekirdeğindeki karmaşık hareketler,
*Okyanus ve atmosfer dinamikleri,
*Ya da Ay’ın Dünya’ya göre konumu.
.
Ama bu teorilerin hiçbiri sürekli hızlanmayı tamamen açıklayamamış.
.
Moskova Devlet Üniversitesi’nden bilim insanı Leonid Zotov bile itiraf etmiş bu durumu:
“Bu hızlanmayı kimse beklemiyordu!”
.
Bu durum bize şunu hatırlatıyor:
“Sabit sandığımız zaman bile aslında değişken olabilir. Evren, her zaman bizi şaşırtmaya devam edecek.”
DON ESTEBAN
“Kapısının önüne bir sandalye koyardı… Dünyadan yorulanlar dinlensin diye.”
.
Don Esteban 82 yaşındaydı.
Tek başına yaşıyordu, herkesin hızla gelip geçtiği bir mahalle sokağında.
Arabalar, motorlar, telefonlar, aciliyetler…
.
Ama o öyle değildi.
Her sabah, bir sandalye çıkarır ve evinin önüne koyardı.
Soğuk günlerde güneşe, sıcak günlerde gölgeye.
Asla kendisi oturmazdı o sandalyeye.
Boş bırakırdı.
Üzerinde kartondan bir tabela olurdu:
“Eğer dünya sana fazla geldiyse, biraz otur. Hiçbir şey söylemen gerekmiyor.”
.
İlk başta kimse oturmadı.
İnsanlar bunun “Bir şaka” ya da “Yaşlı bir adamın can sıkıntısından yaptığı garip bir şey” olduğunu düşündü.
.
Ama bir gün, bir kadın oturdu.
Gözlerinde yaş, sırtında yırtık bir sırt çantası vardı.
Don Esteban ona neden ağladığını sormadı.
Sadece bir bardak su uzattı ve sessizce yanındaki başka bir sandalyeye oturdu.
.
Sonra bir genç geldi, hastaneden çıkmıştı.
Ardından oyuncağı kırılmış bir çocuk.
İşini kaybetmiş bir adam…
Yavaş yavaş, o sandalye hikâyelerle dolmaya başladı.
Paylaşılan sessizliklerle.
Derin nefeslerle.
Gerekli molalarla.
.
İnsanlar anladı:
“Bu sadece bir sandalye değildi…”
Geçici bir sığınaktı.
Birisi bir fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaştı.
Boş sandalyenin, üzerinde basit bir yazıyla duran görüntüsü viral oldu.
.
Binlerce insan şu mesajı paylaştı:
“Her zaman bir psikoloğa ya da ilaca ihtiyacımız yok. Bazen sadece dünyanın durduğu bir yere ihtiyacımız var.”
.
Bugün o sandalye hâlâ orada.
Bazen biri oturur.
Bazen kimse oturmaz.
Ama Don Esteban onu her gün çıkarır. unutmadan, usanmadan.
.
Ona neden bunu yaptığını sorduklarında gülümseyerek şöyle der:
“Ben artık koşmuyorum. Ama yorgun olmanın ne demek olduğunu biliyorum.
Eğer birine beş dakikalık bir dinlenme sunabiliyorsam… Birine bir şey yapmışım demektir.”
DONDURULMUŞ İNSAN
Tarih 12 Ocak 1967
Dr. James Bedford, “Kriyojenik (Cryonics) yani ‘Dondurarak koruma’ yöntemle muhafaza edilen ilk insan” olarak tarihe geçti.
.
Amerikalı psikoloji profesörü Dr. James Bedford 73 yaşında böbrek kanseri nedeniyle hayatını kaybetmişti.
“Gelecekte bu hastalığın tedavisinin bulunacağına inanarak” bedeninin dondurulmasına vasiyet etti.
Vasiyeti yerine getirilen Bedford, o günden bu yana özel bir “Kriyo tüpte” saklanıyor.
.
Peki Cryonics Nedir?
Cryonics, ölüm sonrası insan bedenini çok düşük sıcaklıklarda (yaklaşık-196°C) dondurarak, gelecekte gelişmiş tıbbi teknoloji ile yeniden hayata döndürülmesini hedefleyen bir prosedürdür.
.
Bugün Dünyada Ne Durumda?
Şu anda bu hizmeti sunan şirketler 200'den fazla insanı, dondurulmuş şekilde muhafaza ediyor.
Yaklaşık 1000 kişi hayattayken kayıt yaptırmış durumda.
ABD dışındaki ölümler için, kolunuza “Otopsi yapmayın, gömmeyin” yazılı bir bileklik veriyor.
.
Cryonics Maliyeti ne kadar?
En düşük: 28.000 $ (yalnızca Bbeyin için)
En yüksek: 150.000 $ (tüm vücut için)
.
Peki, bu mümkün mü?
Bugün için dondurulan bir insanı yeniden hayata döndürmek mümkün değil.
Ancak bazı hayvanlar (örneğin kış uykusuna yatan kurbağalar) vücutlarının bir kısmı buz tuttuktan sonra tekrar hayata dönebiliyor.
Bilim insanları bu doğal süreçlerden ilham alarak çalışmalara devam ediyor.
.
Alcor şirketinin iddiası:
“Dondurulmuş insanlar, 100-150 yıl içinde çözülebilir hale gelebilir.”
.
Not: Cryonics, etik ve bilimsel olarak halen tartışmalı bir konudur.
KAÇ BÖBREK!
Bir tıp fakültesinde, profesör öğrencilerden birine döner ve sorar:
“Kaç böbreğimiz vardır?”
“Dört!” diye yanıtlar öğrenci.
“Dört mü?” der profesör, küçümseyici ve başkalarının hatalarını ezmekten zevk alan bir edayla.
Sonra asistanına döner ve şöyle der:
“Biraz ot getirin, sınıfta bir eşek var!
Öğrenci ise hemen yanıt verir:
“Ve bana da bir kahve lütfen!
.
Profesör öfkeyle öğrenciyi sınıftan kovar.
Ama bu öğrenci sıradan biri değildir:
O kişi, Brezilyalı mizah ustası Aparicio Torelly Aporelly (1895-1971), nam-ı diğer Baron d’Itararé’dir.
.
Sınıftan çıkarken, öğrenci kızgın profesöre dönüp bir kez daha yanıt verir:
“Bana ‘Kaç böbreğimiz vardır?’ diye sordunuz. ‘Bizim böbreklerimiz’, yani hem benim iki böbreğim hem de sizin iki böbreğiniz: Toplamda dört böbrek eder! ‘Biz’ zamiri çoğuldur, değil mi? Afiyet olsun, otunuzu keyifle yiyin!”
.
Hayat, bilgiden çok anlayış gerektirir.
Bazen biraz bilgiye sahip olan -ya da sahip olduğunu sanan- insanlar, diğerlerini küçümsemeye ya da aşağılamaya hakkı olduğunu düşünür.
Oysa gerçek zekâ, alçakgönüllülükle birleştiğinde anlam kazanır.
BİR MUCİZE VE BİR TRAJEDİ
Yıl 1961.
Bahamalarda denizin ortasında sürüklenen bir şişme bot fark edildi. İçinde, 11 yaşında bir kız çocuğu vardı. Susuzluktan bitkin düşmüş, güneşten yanmış, neredeyse ölmek üzere bilincini kaybetmiş haldeydi.
.
Adı: Terry Jo Duperrault.
Tam dört gündür, yiyecek ve içecek olmadan tek başına sürükleniyordu.
Ama en inanılmaz olan şey hayatta kalması değildi…
Taşıdığı hikâyeydi.
.
Birkaç gün önce ailesiyle birlikte Karayiplerde rüya gibi bir tekne tatiline çıkmıştı.
Babası, Wisconsin’de çok ünlü bir doktordu.
Bluebelle adlı bir yelkenli kiralamış, tecrübeli bir kaptan olan Julian Harvey’i de işe almıştı.
Harvey, iki savaş görmüş bir deniz gazisiydi ve yeni evlendiği genç eşi de yanındaydı.
.
Ama beşinci gece rüya kâbusa dönüştü.
Gemi kaptanı Harvey, eşini hayat sigortasını almak için öldürdü.
Harvey, olayı gören Terry Jo’nun doktor babasını da susturmak için öldürdü.
Ardından anne, iki kardeşi…
Hepsini yok etti delil kalmadığını düşünüyordu.
Son olarak küçük Terry Jo’yu ise yelkenlinin bir kabinine kilitledi, amacına ulaşmak için kapakları açık bırakarak tekne batınca boğulmasını planladı.
.
Ama küçük kız bir mucizevi şekilde kurtulmayı başardı.
Yelkenli batmadan önce küçük bir botun üzerine çıkıp denize açıldı.
O sürüklenirken, Harvey kıyıya ulaşıp karısının cesediyle trajik bir kaza hikâyesi uydurdu.
.
Ancak birkaç gün sonra Terry Jo’nun hayatta kaldığını öğrenince, gerçeğin ortaya çıkacağını anladı.
Bir otele kapanıp intihar etti.
.
Terry Jo Duperrault, böylece katliamın tek tanığı oldu ama ailesi bir caninin elinde can vermişti.
.
Onun inanılmaz kurtuluşu dünyada büyük yankı uyandırdı ve tüm haber sitelerinde ilk haber olarak yayınlandı.
PLATON VE DEVLET
Platon’un “Devlet” adlı eserinde anlattığı “Yüzük” öyküsü ilginçtir.
.
Hikâyeye göre;
Gyges, Lidya kralının hizmetinde bir çobandır.
Günün birinde bir deprem yüzünden yer çatlar ve hayvanların otladığı yerde derin bir yarık açılır.
Bu yarığın içine inen meraklı çoban, orada bir “Altın yüzük” bulur.
Bu yüzüğü alır.
.
Çobanlar ay sonunda krala hesap vermek için toplanırlar ve Gyges toplantıya bu yüzükle gelir.
Otururken yüzüğün taşını farkına varmadan avucunun içine çevirir.
Bunu yapar yapmaz “Görünmez” olur. Kendisi de dâhil, orada bulunan herkes şaşırır.
Yüzükle oynarken taşı çevirince bu kez görünür olur.
Böylece Gyges, yüzüğün tılsımını keşfeder:
“Yüzüğün taşını içeri çevirince görünmez oluyor, düzeltince görünür kalıyor.”
.
Bunun üzerine aklınca bir plan yapar;
Görünmez olarak saraya girer.
Sarayda kraliçeyi baştan çıkartır, onun yardımıyla kralı öldürüp, kralın yerine geçer...
.
Hikâye bu ya; görünmez yüzüğün sahibi olma üzerinden, insanın doğası anlatılmaktadır.
Öyle ki: “Her istediğini korkmadan alabilmek, dilediğini yapabilmek, büyük bir güce erişmektir.”
Üstelik de kimse güç (yüzük) kendisini göstermediği için dürüst bilinecektir.
Böyle bir yüzüğe sahip olduğumuzda acaba biz ne yapardık?
.
Artık yakalanıp ceza görme tehlikesi yoksa;
“Her türlü sıkıntıdan uzak, yakalanma, ayıplanma, dışlanma korkusu olmadan her şeyi yapabilecek bir güce sahip olsak, hiç kimseye hesap verme endişesi taşımasak, ahlaklı olabilir veya ahlaklı kalabilir miydik?”
Bu konuda Horner, Westacott'ın cevabı şöyle:
“Kimse mecbur olmasa ‘Ahlâklı’ davranmaz!”
.
O halde ahlâk, oynamak zorunda olduğumuz çok gelişmiş ince bir oyun, toplumda yaşamak için ödediğimiz bir fiyattır.
Ahlak, insanları itaat ettirmek için yaratılmış bir kurallar bütünü, güçlü olanı istediği şeyi yapmaktan engellemenin yoludur.
.
Gerçekten güçlü olanlar, beyinleri yıkanıp, suçluluk duygusu duymadıkça, istedikleri şeyi elde ederler.
Gerçekten endişelenmeye değer tek bir kural var, o da: “Sadece yakalanmamak!”
.
Peki öyleyse ahlaklı olmanın farkı nedir?
Ahlak, hayata bir düzen/ölçü getirir ve bu ölçü, gücün kullanımını belirler.
Ölçü “Adalet” yolunda “Hak” olarak kendini gösterir ve “Kanunla” somutlaşır. Hak ve adalet; Haddi aşıp ötesine el atmamak ve başkasına zarar vermemek üzere bir sınır çizer...
.
Platon, aynı kitapta, “Şeytanın avukatlığını” yaptırarak bir yerde şöyle der:
“Haksızlıktan şikâyet edenler, haksızlığa uğrayanlardır”
.
“Eğer güçleri yetseydi, haksızlık etmek fırsatını bulan herkes, haksızlık ederdi...”
.
Görüyoruz ki; kendinde olandan fazlasını istemek, bunu iyi bir şey sayıp, ardına düşmek, insanın doğasında olan bir şeydir...
.
İşte bizi haksızlıklardan alıkoyan, eşitlik duygusuna ve saygısına götüren şey, “Kanundur!”
Devlet için kanun; Her zaman kayıtsız ve şartsız gereklidir...