Anlayan beri gelsin.

Neyi mi?

Şu “Enflasyon” işini.

Önce sözlük anlamı ne demekmiş ona baktım aktarmak için, şöyle tarif edilmiş:

Enflasyon: Bir ekonominin genel mal ve hizmet fiyatlarının sürekli ve istikrarlı bir şekilde artış gösterdiği ekonomik olgudur.

Sonra ayrıntıya geçilmiş.

Bu artış, genellikle belirli bir dönemdeki fiyat seviyelerinin önceki döneme göre yükselmesi olarak ifade edilir.

Ancak şuna özellikle vurgu yapılmış:

Sık sık birbiri yerine kullanılsa da “Enflasyon”, “Fiyat artışı” ve “Hayat pahalılığı” birbirinden oldukça farklı olgulardır.

Açıklaması yapılmış:

Enflasyon: Genel olarak tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarının artış gösterdiği bir durumu ifade eder.

Fiyat artışı: Belirli bir mal veya hizmetin fiyatının yükselmesidir.

Hayat pahalılığı: Elde edilen gelirin fiyat artışının gerisinde kalması halidir.

“Peki bu enflasyonun kaynağı nedir?” diye birisi sorarsa şöyle cevap verin:

“Enflasyonun temel nedeninin para arzındaki artış olduğu kabul edilirmiş.”

Bunun yanı sıra:

Mal ve hizmetlerin maliyetlerinin artması,

Para biriminin yabancı para birimleri karşısında değer kaybetmesi,

Yetersiz üretim kapasitesi,

Para politikaları,

Fiyat artışı beklentisi,

Doğal afetler,

Savaşlar

Gibi nedenlerle yaşanan “Üretim kesintileri” enflasyonun artmasında etkili olan faktörler arasında sayılabilirmiş.

Bu enflasyonun türleri de varmış meğer.

Enflasyonun kaynağına göre:

Talep Enflasyonu,

Arz Enflasyonu ve

Yerleşik Enflasyon olmak üzere üçe ayrılırmış.

Çekirdek enflasyon ise:

Fiyat değişikliklerinin altında yatan sebepleri ve faktörleri açığa çıkarmayı hedefleyen önemli bir göstergeymiş.

Şimdi bunları tek tek sizlere açıklamak isterdim ama “Kafanız şişmesin diye” yazmayacağım.

Nihayetinde bu ülkede bunları bilecek bir Maliye bakanı var.

Onun işi, o baksın.

Neyse biz buraya kadar anlaştık.

Bunu biz vatandaş olarak sözlüğe bakarak anlıyoruz.

Peki iktidar hiç mi sözlüğe bakmıyor?

Bence bakmıyor.

Neden mi?

İşte aklıma takılan yer burası:

TUİK diye bir kurumumuz var.

Aylık enflasyonu açıklıyor.

Bu açıkladığı orana göre cebimize giren paramız eksiliyor.

Bunu gören iktidarın ne yapması lazım?

Eksik kısmını tamamlaması lazım.

Bunu ne zaman yapıyor?

Sene sonunda.

Ama biz aylık kaybediyoruz?

TUİK’in açıkladığı rakam oranında iktidar (Bizim emekli maaşlarımıza, memur aylıklarına veya asgari ücretimize) zam yaparken, resmi alacaklarına bu oranın çok daha fazlasına faiz uyguluyor.

Nasıl bir hesap bu?

Bize gelince yüzde 30 zam, alacaklısına yüzde 60 faiz?

Anlayan beri gelsin.

Beceriksiz yönetimi ile vatandaşını yüksek enflasyonla baş başa bırakan iktidarın, tüm bu söylenenleri üzerine alındığı da yok maşallah.

Hâlbuki dinimizde “Kul hakkı” diye bir olgu var.

Allah ne diyor kitabında?

“Bana kul hakkı ile gelmeyin…”

Öyleyse şunu söylemek zorundayım:

İnancınız varsa, öbür dünyada işiniz zor…

***

Dün ekmek alıyorum taş fırından.

Eşimle biz seviyoruz o fırının ekmeğini.

Hoş bu yaşta artık ekmek yemememiz lazım ama azıcıkta olsa tüketiyoruz.

Fırıncıya yanaştım elimdeki yüz lirayla;

“Bana bir köy ekmeği verir misiniz? Kesilecek!” dedim.

Fırıncı elimdeki parayı alıp üzerine 60 lira verdikten sonra, içeri geçip ekmeği kesmeye başladı.

Tam torbaya koyuyordu ki:

“Sen ne istemiştin?” dedi.

“Köy ekmeği” diye cevapladım.

Elindeki torbaya baktı, normal ekmekti.

“Hay Allah! Akıl mı kaldı ki?” diyerek tekrar işe koyuldu.

Ekmeği alırken; “İşiniz de zor” dedim.

Fırıncı patladı birden;

“Bizi kimse anlamıyor, Biz de insanız. Günde kaç kişiye dert anlatıyoruz, bir görsen…” dedi ve anlattı:

“Yok ekmek düzgün değilmiş, yok kabarmamış, yok kızarmamış, yok sararmamış, yok neden ince kesilmiş? Biz nelerle uğraşıyoruz bir bilsen?”

“Hayırlı işler” dedim ayrıldım oradan.

Yoksa sabaha kadar anlatacaktı neredeyse.

Epey dolmuştu çünkü.

İlgilisine duyurulur.

***

İyilik bulaşıcıdır derler ya, resmen doğru.

Bakın bizim şehirde yayalara yol verme uygulaması başladı ve iyi gidiyor.

Çarşı Caddesi çıkışı olsun, Cumhuriyet Bulvarı olsun ayağınızı yola attığınızda sürücüler “Zank!” diye duruyor.

Bizim plakalılar zaten alışkın bu işe.

Duruyorlar ama bazı yabancı plakalar daha o medeniyete ulaşmamışlar memleketlerinde, belli.

Dün Çarşı çıkışında karşıya geçeceğim, neredeyse dökülmeye yüz tutmuş bir Murat 131 “Zank!” diye durdu.

“Araba dökülecek!” diye korktum, Allah var yukarıda.

Sonra şoförü bana eliyle “Buyurun” işareti yaptı.

Adamın tipi ile yaptığı hareket uyumlu değildi.

Zira kendisi azıcık iri, kara bir şeydi.

Önyargılarımla adama pek güvenmemiştim açıkçası.

“Yaya geçidine adım atsam, üzerimden geçer” diye düşünüp tedbirli davranmıştım hâlbuki.

Bana nazikçe eliyle, “Buyur” demesini görünce utandım.

Önyargının ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu bir kere daha anladım.

Kendisine teşekkür etmek için elimle selam verdim.

“O ne düşündü acaba?” sormak isterdim.

Kısaca; “İyilik bulaşıcıdır…”

***

Şehrimizin mutena caddelerinden biri olan Demircioğlu Caddesi’nden yürüyorum.

Bir esnaf (veya çalışan) iş yerinin kapısında durmuş, sigara içiyor.

Tam ona yaklaşmıştım, sigarası bitmiş olacak ki (ya da içeride telefonu çaldı anlayamadım), elindeki sigarayı parmaklarıyla sıkıştırıp caddeye fırlattı ve içeri girdi.

Ben bir an dondum kaldım.

Böylesi bir caddede, böylesi bir iş yeri sahibi…

Anlam veremedim hareketine.

Ben şahsen utandım ama o utanmadı…

Bu arada kapalı mekânlarda sigara yasağı vardı ne oldu sahi?

Denetleme olmasa gerek, zira dışarıda daha az sigara içiliyor.

Bunların tek çözümü var:

Ceza…

Ne demişler?

“Türk’ü öldüreceğine korkut!”

Biz cezadan anlarız.

Gerisi vız gelir, tırıs gider…

***

Üç gündür anlatıyorum, “Kısa Balkan Turumuzu…”

Bu gezi sırasında, bir Türk olarak çok utandım.

Neden mi?

Mola verdiğimiz noktalardaki tuvaletlerde şu uyarı vardı:

“Lütfen peçeteleri tuvalete atmayın!”

Adamlar haklıydı elbet.

Tıkanma durumu söz konusuydu.

Hatta bir tanesi resimlerle anlatmaya çalışmıştı.

Peçete vardı, kâğıt ıslak mendil vardı.

Bir de ne vardı biliyor musunuz?

Şişe resmi.

Bir anlam veremedim.

Kendi kendime sordum “Şişe mi?” diye.

Peki, neden Türk olarak utandım, başka ülke vatandaşı utanmaz mıydı?

Hayır.

Çünkü yazıların hepsi sadece Türkçe yazılmıştı…

***

Şehrimizin güzel köşelerinden biri de “Barış Kordonu…”

Son yıllarda belediyenin yoğun çabalarıyla şehrimize kazandırıldı.

Görüntüsü güzel,

Konsepti güzel.

Rahatlıkla denize girerek, kahvenizi yudumlayarak, bir içki kadehi ile güneşi batırabildiğiniz ve güzel vakit geçirebileceğiniz özel bir yer.

Ama biz ne yapıyoruz?

Pisletmeye ve gürültüye boğmak için elimizden geleni yapıyoruz…

Hiç kimse içkinin arkasına sığınmasın…

İçki içip pisletiyorsan, sesini ayarlayamıyorsan o halde içmeyeceksin kardeşim.

Bu kadar basit.

Ağzına iç içeceksen de.

“Ben içtim ondan oldu” deme şansın yok!

Sonra ne oluyor?

Senin sorumsuz davranışların yüzünden içki yasaklanıyor.

Tek bir bira içerek güneşi batıranlara oluyor olan.

Adam da isyan ediyor haliyle…

***

Motosikletler neden var?

Trafikte çabuk hareket etmek için, Trafiği rahatlatmak için ve ekonomik...

Peki bu oluyor mu?

Hayır!

Motosikletler sadece kendilerini düşündüklerinden, arabalar için trafiği cehenneme çeviriyorlar.

Peki bu muhasır medeni ülkelerde de böyle mi?

Hayır!

Çünkü onlar kurala uyuyor.

Bizde uymuyorlar mı?

Uysalar böyle mi olur?

O halde biz neyiz?

Üçüncü dünya ülkesi…

Hazır lafı gelmişken size motosikletlerle ilgili birkaç istatistiki bilgi aktarayım.

“Türkiye’deki trafiğe kayıtlı motorlu kara taşıtları içinde 2024 yılı itibarıyla kaç tanesi motosiklet acaba?” diye kendinize sordunuz mu?

Hiç merak ettiniz mi?

İşte cevabı:

Yaklaşık 6 milyon 261 bin 927 adet.

Peki kaç tanesi teslimat ve kurye sektöründe kullanılıyormuş?

Minimum 900 bin civarında motosiklet bu amaçlarla kullanılıyormuş.

Peki ya Çanakkale?

Trafiğe Kayıtlı Motosiklet Sayısı

2023 başı itibariyle:

72.328 adetmiş.

2024 ilk yarısında bu sayı:

89.523’e yükselmiş.

2024 sonunda ise:

Yaklaşık 104.067’e ulaşmış.

Peki bunların kaç tanesi hizmetinde kullanılıyor?

Resmi bir istatistik olmasa da yerel dernek ve kaynaklara göre “Kurye/Kargo” amacıyla kullanılan motosiklet sayısı:

100-200 arasında.

“Motorunu alan kuryelik yapıyor” lafına bakarsak bu sayı daha da fazla olabilir.

***

“Bir ülkenin kalkınmışlığı, BİT Pazarının doluluğundan belli olur.”

Peki bizde nasıl?

Ağzına kadar dolu…

MÜLAKAT SORUSU!

Son LGS sonuçlarına bakınca (ki daha önce çalınan üniversite sonuçları ortadaydı) bu ülkede torpilsiz okula veya işe girmek imkansız gibi.

“Hamili kart yakınımdır” şeklindeki zamanımızın meşhur “Karvizitli kıyak yapma metodu”, şimdilerde de geçerli.

Bizim zamanımızda “Babanın zenginliğine güvenme” derlerdi.

Yani çalışmak öğütlenirdi.

Siz de çalıştınız, çabaladınız ve bir işe müracaat ettiniz.

“Sizi mülakata çağırdılar” diyelim.

Önünüze gelen soru ise şu diyelim.

Bir cevap verin.

İşe girip giremeyeceğinizi bilelim.

Soru şu;

Karanlık yağmurlu bir gecede yağmur yağıyor, fırtına var, gök gürlüyor ve siz sabaha karşı 02.00’de tek başınıza ıssız bir yolda araba ile gitmektesiniz.

Arabanız iki kişilik.

Biraz ilerde otobüs durağında 3 kişinin beklediğini görüyorsunuz ve yardım etmek için duruyorsunuz.

Durakta bekleyen kişilerden,

Birincisi;

Bir doktor.

Sizi daha önce geçirdiğiniz kalp krizinden kurtarmış.

İkincisi;

Çok yaşlı ve hasta neredeyse ölmek üzere olan birisi.

Üçüncüsü;

Hayatınızın rüyası her zaman tanışmak için can attığınız birisi.

Hava gittikçe kötüleşiyor ve arabanızda sadece bir kişiye yer var.

Böyle bir durumda ne yapardınız?

Soruyu iyice düşünün ve en iyi cevabı verin.

Görüşmecilerden bazılarının cevabı şöyle olmuş:

A. Hasta adamı en yakın hastaneye götürürdüm

B. Doktor daha önce hayatımı kurtardığına göre onu alırdım

C. Manen düşünürsem tabi ki hasta adamı alırdım fakat kendi geleceğim ve hayatım için her zaman tanışmak istediğim hayatımın rüyasını alırdım.

Burada doğru veya yanlış cevap diye bir şey yok sadece her bir kişinin durumu algılayışı ve ele alışı var.

Bu görüşmede cevapların %90’ı “Yaşlı adamı alırdım” olmuş; ama sadece bir kişiyi işe almışlar.

O kişinin cevabı ise şuymuş:

“Arabadan inip anahtarı doktora veririm doktor benim hayatımı kurtardığı gibi yaşlı kişiyi de hastaneye yetiştirip iyileştirebilir. Böylece ben de hayatımın insanıyla otobüs durağında baş başa kalıp onu tanıma fırsatını elde edebilirim.”

Bu cevapla o kişi hemen işe alınmış.

İnsanoğlu tabii olarak bencildir bütün verilen diğer cevaplarda kimse arabasını vermeyi akıl edememiş…