Haydi bakalım, güne bir fıkrayla başlayayım, sizler de bir türlü çözemediğimiz bu garip dünyanın bu cumartesi sabahına gülerek başlayın…
Balıkesir tren istasyonuna gitmişler...
İçlerinden biri gişeye yaklaşıp bilet almış ve trenin kalkmasına ne kadar zaman olduğunu sormuş...
“Bir saat on beş dakika...” cevabını almış.
Arkadaşlarına dönerek;
“Daha çok var, hadi gidip şu karşıki kafede çay içelim…” diyerek, onları götürmüş.
Kafede, oradan buradan derken laf lafı açmış.
Birden tren düdüğüyle kendilerine gelmişler.
Koşarak dışarı fırlamışlar ama nafile.
Tren kaçmış...
Sormuşlar;
“Sonraki tren ne zaman?”
“Bir buçuk saat sonra...
Yine dönmüşler kafeye.
Yine çay, yine laf ve derken yine düdük sesi...
Koşmuşlar ama bu defa da treni kaçırmışlar.
Bir saat sonra bir tren daha varmış.
Dönmüşler kafeye...
Ama bu kez uyanık duruyorlar.
Trenin sesini duyar duymaz kalkmışlar koşmaya başlamışlar...
İçlerinden biri bir vagona, diğeri başka vagona zar zor yetişmiş...
Üçüncüsü ise geride kalarak yetişememiş.
Bir süre nefesini toparladıktan sonra, başlamış katıla katıla gülmeye...
Durumu gören istasyon memuru dayanamayıp sormuş;
-“Hem treni kaçırdın hem gülüyorsun?”
-“Nasıl gülmeyeyim? Onlar beni uğurlamaya gelmişti...”
Eh hayat da böyle değil mi zaten?
Trenler hep kaçar durur ve ilk bindiğimiz tren de doğru tren değildir zaten.
Hani diyorlar ya; “Zaman makinesi olsa keşke” diye.
Bir düşünün.
Zamanda geriye gitme imkânınız olsaydı, neleri yapmazdınız?
Ben çok düşündüm ve çok şeyi yapmazdım.
Peki, yaptıklarımız hata mı?
Elbette, bazıları hata.
Majör hata, minör hata diye de ayırabiliriz aslında.
İşin mizahına bakarsak böyle bir fıkra var ve aklıma geldi, yazmadan duramayacağım.
Evin hanımı gece yarısı uyanır ve kocasının yatakta olmadığını
Fark eder.
Yataktan kalkar ve kocasını mutfakta bulur.
Koca dalgın-dalgın kahve içmektedir ve aklı çok uzaklardadır.
Üstelik gözlerinden yaş gelmektedir.
"Ne oldu sevgilim?" diye sorar kadın.
"20 yıl önceki ilk buluşmamızı hatırlıyor musun?" der adam.
"Tabi" der kadın.
"16 yaşındaydın o zaman. Arka koltukta baban bizi uygunsuz yakalamıştı."
"Evet hatırlıyorum."
"Babanın silahını yüzüme dayayıp, ‘Ya kızımla evlenirsin ya da 20 sene
hapiste yatarsın’ demesini de hatırlıyor musun?"
“Hatırlamaz mıyım?”
Adam yanağındaki gözyaşlarını silerek:
"Biliyor musun, bugün hapisten çıkmış olacaktım..."
Benim hatam kesinlikle evlilikle ilgili değil tabi.
Allah’a şükür öyle bir derdim olmadı ve nazar değmesin 43 senedir de evliyim.
Hani hep deriz ya; “Şu anki aklım olsaydı, o zamanlar şunu yapardım” diye.
. öyle işte.
Neyse bırakalım bu işleri şimdi de, ben size bir fıkra yazıp konuyu kapatalım.
Adamın biri karısını çok seviyormuş, bütün duvarlara fotoğraflarını asmış.
Bir süre sonra karısı ölmüş ve baldızı ile evlenmiş.
Bir müddet sonra evine gelen misafir duvardaki fotoğrafları görünce sormuş:
“Duvarlarda fotoğrafı asılı olan kadın kim?”
Adam cevaplamış:
“Haa o mu? O benim rahmetli baldızım”
OKLU LEYLEK
19. yüzyılda, Afrika’da kabileler tarafından ok ile vurulmuş fakat buna rağmen kilometrelerce mesafe katedebilmiş bir leylek, Avrupalı kuş gözlemcilerini ve zoologlarını şaşkına çevirmiş.
O dönemlerde kuşların neden periyodik olarak ortadan kayboldukları ve her sene yeniden ortaya çıktıkları bilinmiyormuş.
Haliyle kilometrelerce mesafeyi uçan kuşları takip etmenin bir yolu da yokmuş.
Tabii bu konu da birçok farklı teori ortaya atılmış. Popüler teorilerden biri, kuşların bir gölet veya akarsuyun dibinde kış uykusuna yatmasıymış, tıpkı su kurbağaları ve kaplumbağaların yaptığı gibi.
Bu iddia, ağlarında kuş yakaladıklarını söyleyen balıkçılar tarafından da desteklenmiş.
Daha önceleri Aristoteles gibi bazı bilim insanları, kuşların başkalaşım geçirerek başka kuş türlerine dönüştüğüne inanıyormuş, tıpkı tırtılların başkalaşım geçirerek kelebeğe dönüşmesi gibi.
Diğer teoriler daha da tuhafmış.
1703’te Harvard’dan bir profesör, kuşların aya uçtuğunu öne sürmüş.
1822 yılında bir leylek bütün bu teorileri çürüterek büyük bir sırrın ortadan kalkmasına vesile olmuş.
Leylek, boynuna saplanmış 76,2 santimlik bir okla Alman Klütz köyünün yakınlarına konmuş.
Daha sonra yapılan araştırmalar sonucunda, leyleğin boynuna saplanan bu okun Afrika’da bulunan bir ağaçtan yapıldığı keşfedilmiş.
Bu oku atanların Afrika kabileleri olduğu anlaşılınca, leyleğin kıtalar arasında seyahat etmiş olabileceği düşünülmeye başlanmış.
Bu, o dönem için oldukça şaşırtıcı bir keşif olmuş ve Almanlar bu tuhaf olayı yaşayan kuşun, yeni bir isme ihtiyacı olduğunu düşünmüşler.
Bu leyleği, Almanca’da “Oklu leylek” anlamına gelen “Pfeilstorch” olarak adlandırmışlar.
Kaydedilen ilk Oklu Leylek bu olsa da sonraki dönemlerde birçok oklu leylek kayda geçmiş.
Pfeilstorch, halen Almanya’nın Rostock kentindeki Rostock Üniversitesi’nde yer almaktaymış.
Oklu leylek, kuşların farklı coğrafyalar arasında her yıl düzenli olarak gerçekleştirdikleri, büyük ölçekli göç hareketinin ilk elle tutulur, gözle görülür deliliymiş.
Kuşların göç etmesi, ortaya atılan ay yolculuğu veya başkalaşım geçirerek başka kuş türlerine dönüşmesinden daha az etkileyici gözükebilirmiş fakat işin aslı hiçte öyle değilmiş.
Kaydedilen 25 oklu leyleğin, Afrika’ya 6.400 km’lik bir yolculuk yapması söz konusuymuş.
Kutuplar arasında neredeyse 96.000 km’lik yolculuk yapan Kutup Sumrusu’na kıyasla 6400 km’lik gidiş-dönüş yolculukları biraz sönük kalabilmekteydi elbet.
Ebabiller, bütün kuş türleri arasında en uzun süre kesintisiz uçuş yapabilen kuş olduğu ispatlanmıştı.
Ebabiller havadayken beslenme, çiftleşme ve uyuma gibi hayati faaliyetlerini gerçekleştirebilirler ve sonuç olarak, bazıları her yıl döndükleri Afrika kıtasına ayak dahi basamazlarmış.
İskandinavya’ya geri döndüklerinde ise ebabiller, 10 ay boyunca havada kalmış olurlar.
Yaklaşık olarak 200 yıldır elimizde kuşların göç ettiğine dair delillerin olmasına rağmen, hâlâ birçok konuda bazı cevapsız sorular var.
Göçü neyin tetiklediğine, kuşların okyanuslarda nasıl dolaştığına veya kuşların neden bu uzun ve zorlu yolculuklara çıkmayı seçtiklerine dair kesin cevaplarımız hâlâ yok.
Bütün bu bilinmeyenlerle birlikte kesin olarak söyleyebileceğimiz bir şeyler var. İvme ölçerler gibi teknolojik yenilikler, halkalama çalışmaları, göç rotalarının incelenmesi için takılan uydu vericileri ve oklu leylek gibi olaylar, dünyanın akılalmaz sırlarına ışık tutmaya ve aydınlatmaya devam edecektir…
BU konuyla ilgili başka bir yazı daha bulmuştum.
Onu da bu araya sıkıştırayım bari.
Başlığı şöyle:
Uçarken Uyuyan Kuşlar
Leyleklerin Şaşırtıcı Özelliği!
Leylekler, göç yolculukları sırasında uçarken uyuyabilme yeteneğine sahipmiş meğer.
Bu olağanüstü adaptasyonun adına;
Tek yarımküreli yavaş dalga uykusu
Orijinal ismi: “Unihemispheric slow-wave sleep” miş.
Bu sayede beyinlerinin bir yarısı dinlenirken, diğer yarısı aktif kalıyormuş. Böylece:
• Düşmeden uçmaya devam ederler,
• Yönlerini kaybetmezler,
• Enerji tasarrufu sağlarlar,
• Engelleri ve yırtıcıları fark edebilirlermiş.
İşte bu eşsiz yetenekle donatılmış olan leylekler, kıtalararası binlerce kilometrelik göçlerini başarıyla ve kolaylıkla tamamlıyorlarmış.
DÜĞÜN?
“Baba, düğün için bana bin dolar borç verebilir misin?” sorusu karşısında babası ona baktı, şaşırdı ve sordu:
-“Bin dolar mı? Peki, bu düğün kaça mal olacak?”
-“Otuz beş bin… Kredi çektik, birikimlerimizi kullandık ama hâlâ eksik. Her zaman bir gün yardıma ihtiyacım olursa sana gelebileceğimi söylerdin.”
Baba bir an duraksadı, sonra dedi ki:
-“Nişanlını da getir. Ofisimde bekliyor olacağım.”
Kısa bir süre sonra nişanlılar geldi.
Baba onları sıcak bir şekilde karşıladı, bir şeyler ikram etti ve sordu:
-“Düğünün 35 bin dolara mal olacağını söyledin. Neden bu kadar yüksek bir bütçe?”
Oğlu yanıtladı:
-“Bu bizim büyük günümüz. Güzel bir parti istiyoruz, kalabalık olsun istiyoruz. Hep böyle hayal etmiştik.”
Babası nişanlısına döndü ve sordu:
-“Senin hayalin büyük bir parti miydi… Yoksa sağlam bir evlilik mi?”
Nişanlı bir an düşündü, sonra cevapladı:
-“Elbette iyi bir evlilik.”
Baba yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya devam etti:
-“Dinleyin… Düğün yalnızca bir gecedir. Ama evlilik, bir ömür. Parti için borç almak akıllıca değil. Çünkü çoğu davetli birkaç yıl sonra hayatınızda bile olmayacak. Benim de harika bir düğünüm olmuştu. Herkes güzel yedi, dans etti. Ama o geceden sonra… Sadece annen ve ben kaldık. Ve borçlarımız. Kimse yardıma gelmedi. Kimse kiramızı ya da faturalarımızı ödemedi. İşler zorlaştığında bazıları arkamızdan konuşmaya başladı bile. Bu yüzden anlatıyorum. Çünkü borç, stres, para kavgalarıyla başlayan çok evlilik gördüm… Hepsi bir gecelik ihtişam uğruna.”
Oğlu rahatsız olmuştu:
-“Eğer bana yardım edemeyeceksen, anlarım. Ama bunun için uzun bir konuşma yapmana gerek yoktu…”
Nişanlısı söze girdi:
-“Hayır, bekle! Baban doğru söylüyor. Daha sade, daha samimi bir şey yapabiliriz. Ve gerçekten önemli olan şeylere odaklanabiliriz.”
Baba gülümsedi:
-“Benden acil bir durum ya da bir iş kurmak için değil, insanları etkilemek için para istiyorsun. Seni yargılamıyorum. Sadece uzun vadeli düşünmeni istiyorum.”
Sonra çekmecesini açtı, bir çek çıkardı ve oğluna uzattı.
-“İşte on bin dolar. Düğün için değil. Siz ikiniz için. Hayatınızı birlikte kurmak için, konut, seyahat, birikim için, gerçek değeri olan şeyler için.”
Son olarak şunu ekledi:
-“Bilge insan yoldaşını iyi seçer ve birlikte bir yuva kurar. Sadece fotoğraflarla dolu bir gece değil. Önemli olan evliliğin nasıl başladığı değil, her gün nasıl inşa edildiğidir.”
İkisi de sessizliğe büründü.
Ama bu kez sessizlik, şüpheyle değil…
Şükranla doluydu.
Sonuç mu?
Evliliğin değeri, törenin gösterişiyle değil; bağlılığın gücüyle ölçülür.
Borçla başlamak, gerçekten önemli olan ilişkiyi tehlikeye atabilir.
Başkalarının gözünde değil, iki kişilik bir hayata yatırım yapın…
Bu anlatım bence doğru.
Artık o karşılanamaz masrafları bir kenara bırakıp, gerçek hayata bakma zamanı geldi de geçiyor…
KÖPRÜ MÜ?
Bir köprü halka açılmadan önce güvenliği sağlamak için mühendislerin, düzinelerce ağır kamyon kullanarak aşırı yük testleri gerçekleştirilmelidir.
“Statik Yük Testleri” olarak adlandırılan bu testler, inşaat mühendisliğinde olmazsa olmazdır.
Yapının ömrü boyunca dayanacağı maksimum trafik yüklerini simüle etmek için ağır araçları köprüye dikkatlice yerleştirmeyi içerir.
Test sırasında mühendisler, özel ekipman kullanarak çeşitli noktalardaki sapmaları, titreşimleri ve yer değiştirmeleri ölçer.
Bu veriler, köprünün doğru tepki verdiğini ve katı uluslararası güvenlik standartlarını karşıladığını doğrular.
Bu testler amaç olarak şunları denetler:
Köprünün tasarımının ve inşasının güçlü ve güvenilir olduğu doğrulanır.
Açılmadan önce olası zayıf noktalar belirlenir.
Her gün geçen binlerce kişinin güvenliği sağlanır.
Bu testler dünya çapında standarttır. Örneğin, San Francisco'daki ikonik Golden Gate Köprüsü, 1937’de açılmadan önce kapsamlı yük testlerinden geçirilmiş.
Günümüzde ABD, Almanya, Japonya ve Brezilya gibi ülkeler köprünün dayanıklılığını ve güvenliğini sağlamak için sıkı protokoller uygulamaya devam ediyor.
Bizde mi?
Valla köprüleri nasıl yaptığımızı bilemem ama tünelleri nasıl yaptığımızı anlatan bir fıkra biliyorum.
İşte o fıkra:
Mısır hükümeti Kızıldeniz'in altına tüp geçit yapmak için ihale açar.
İhaleye İngiltere'den, Amerika'dan, Japonya'dan ve Türkiye'den de Temel'in firması olmak üzere birer firma katılır.
Firmaları teker teker mülakata çağırırlar ve teknik bilgi isterler.
İngiliz firması:
"Biz iki tarafından eşzamanlı olarak tüneli kazmaya başlarız ve denizin altında tam ortada buluşuruz. Tüneller arasında maksimum 1 metre fark olur. 30 metre enindeki tünelde de 1 metreyi rahatlıkla düzeltiriz" derler.
Amerikan firması:
"Biz de iki taraftan kazmaya başlarız ve tam ortada buluşuruz maksimum 50 cm fark olur" derler.
Japon firması:
"Biz iki taraftan kazmaya başlarız ve tam ortada buluşuruz. Maksimum 20 cm fark olur" derler.
Sıra bizim Temel'e gelir.
Temel:
"Valla biz de iki taraftan kazmaya başlarız. Ortada buluştuk buluştuk, buluşamadık, iki tüneliniz olur" der.