Babaannem derdi ki:
"İnsan;
Kaşı gözü gülen,
Oturmayı kalkmayı bilen,
Attığı adımı gören,
Söylemeyince bilen,
Söyleyince dinleyen,
Bir gıdımlık lokmayı, ağız tadıyla yediren,
Vefanın küreğini yanında demirleyen,
Yüzüne bakınca,
'Bana bir daha bak' diyen,
Bir eşi olsun ister..."
"Sessizliğine ses,
Yorgunluğuna sağlam bir nefes,
Düştüğünde güçlü bir bilek,
Doğrusuna yanlışına elek,
Gölgesinde her daim bitek,
Bir eşi olsun ister..."
"Kirazı olmayan yaz,
Ayazı olmayan güz olur mu?
Pişmemiş ekmek sofraya konur mu?
Yüzünden nakışı gitse de
Yüreğinde alkışı olsun...
Tadın artsın, tuzun yetsin...
Terin alnına gönül huzuru ile dolsun...
Kötü ata binmektense yayan yürümek yeğdir...
Sen gönlünü ancak gönlüne denk olana değdir..."
Diye yazılmış "Meral Demir" imzalı bu yazıda.
Günümüzde yetişen yeni nesile verilecek iyi bir tavsiye bence.
Bu yazıyı kopyalayıp, saklayın.
Gün gelir lazım olur…
KISSADAN-HİSSE
Gün Cuma olur da kıssasız, hissesiz konu olmadan olur mu?
Memleketin birinde töre varmış.
Her şey töreye uygun yapılırmış.
Buna göre elden ayaktan çekilip üretim dışı kalmış ihtiyarlar, ücra bir köşede hayata veda etmeye bırakılıyormuş!
Töreye uymayanlar ise ceza olarak canlarından oluyormuş!
Uygulama çok katıymış.
Karşı çıkmak kimsenin aklının ucundan bile geçmiyormuş.
Bu ülkede bilge bir adam ve onu çok seven bir oğlu varmış.
Adam belirli yaşı aşınca, oğlu onu sırtlayıp, ormanın derinliklerinde bir yere getirip bırakmış.
Tam dönecekken;
“Baba şimdi nasıl geri döneceğim, ormandan çıkışı nasıl bulacağım” diye sormuş.
Babası;
“Oğlum” demiş. “Sen beni sırtında taşırken, ağaçlardan kuru dalları koparıp, geçtiğimiz yerlere bıraktım. Onları izleyerek yolunu kolayca bulursun!”
Oğul içinden
“Bu adama kötülük yapılır mı?” diye geçirerek kuru dallar sayesinde kolayca evine ulaşmış.
Babasının ormanda açlık ve susuzluktan ölmesine gönlü razı gelmediğinden, töreye, yasaya aldırmaksızın yiyecek içecek götürmeye başlamış!
Günler günleri kovalarken, oğul her gidişinde, babasını ülkede olup bitenlerden haberdar ediyormuş.
Bir gün tellallar yollara dökülüp;
“Her kim tokmaksız davul çalmayı başarırsa, hükümdarımız onu vezir yapacak” diye bağırmaya başlamışlar.
Oğul bunu babasına iletince yaşlı adam;
“Bundan kolay ne var oğlum” demiş. “Davulun içine arı doldur, hükümdarın huzuruna çıkınca, davulu yuvarla, yeter!”
Oğul da bunu yapmış ve vezirliği kapmış…
Doğal olarak bunu babasından öğrendiğini de kimseye söyleyememiş!
Günler geçmiş, devran dönmüş, tellallar yine yollara koyulup
“Her kim külden urgan yapmayı becerirse, padişahımız ona sadrazamlık verecek” diye duyurmuşlar.
Tabii oğul yine babasına koşmuş.
Bilge, “Oğlum! Urganı taşa koyar üzerine gazyağı döküp tutuşturursun. Al sana külden urgan!” demiş.
Böylece oğul sadrazamlık mührünü bu kez de kimseye kaptırmamış!
Bir süre sonra yeni bir duyuru yapılmış
“Her kim kâğıtta ateş taşırsa, hükümdarımız kızını ona verecek!"
Koca ülkede hiç kimse çözüm bulamayınca oğul, soluğu babasının yanında almış.
Bilge ona da çözüm bulmuş
“Çok kolay oğlum! Kâğıttan bir fener yapar, içinde de mum yakarsın. Al sana kâğıt içinde yanan ateş!”
Oğul bu imtihanı da başarıyla geçince padişah
“Sen bunları kendi aklınla çözemezsin. Sırrını açıklarsan, hem kızımla evlendireceğim, hem de hiçbir ceza vermeyeceğim” demiş.
Babasını çok seven kadirbilir oğul da her şeyi açıkça anlatmış.
Padişah dikkatle dinledikten sonra
“Demek ki yaşlılarımızın beden güçlerinden değilse bile, akıl ve deneyimlerinden yararlanabilirmişiz…” diyerek, töreyi kaldırmış!..
Yazar Şadan Gökovalı'nın anlattığı bu masaldan çıkacak dersin açıklaması da bir filozoftan gelmiş:
"Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir...
Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır, ama görüş açınız genişler."
ELA WILLIAMS
1865'te Güney Carolina'da köleleştirilmiş ebeveynlerinin çocuğu olarak doğan Ella Williams, daha sonra Madam Abomah olarak tanındı.
Toplumun kendisine koyduğu her türlü sınırlara meydan okudu.
2.18'lik inanılmaz boyuyla Madam Abomah, eğlence sektöründe performans sergileyen en uzun kadınlardan biri oldu ve dünyanın dört bir yanındaki izleyicileri büyüledi.
Promotörler ona sahne adı olarak "Madam Abomah" adını verdiler ve gizemli bir hava yaratmak için onu Dahomey'den (şimdiki Benin) bir Amazon savaşçısı olarak pazarladılar.
Uydurma arka plan hikâyesine rağmen, zarafeti, zekâsı ve manyetik sahne varlığı onu sadece bir sirk cazibesinden daha fazlası yaptı.
Liverpool ve Blackpool'daki prestijli mekânlarda sahne aldı, Barnum ve Bailey ile çalıştı ve zamanının en yüksek ücretli sanatçılarından biri oldu.
I.Dünya Savaşı Avrupa turlarını aksatsa bile Madam Abomah, ABD'de Ringling Brothers ve Barnum & Bailey sirki ile parlamaya devam etti.
1920'lerde emekli oldu ve 30 yılı aşkın süren olağanüstü bir kariyeri geride bıraktı.
Madam Abomah sadece bir yan gösteri değildi;
O, siyah kadınları susturmaya çalışılan bir çağda güzelliği ve gücü yeniden tanımlayan bir dayanıklılık sembolüydü.
Mirası, kendi başına bir kraliçe olarak devam ediyor.
ÖĞÜTLER
Mübarek Cuma gününü öğütler vererek bitirelim:
Hayatın anlamına dair 15 öğüt verici içerikli Kızılderili atasözü.
1.) “İnsan iki ruhludur.
İçinde bir iyi köpek bir de kötü köpek kavga eder. Hangisini daha çok beslersen o kazanır.”
2.) "Dünyadaki her şeyin bir sebebi vardır. Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür. Ve her insan bir görevle yaratılmıştır."
3.) “Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Sana uymayabilirim. Yanımda yürü ki böylece seni görebileyim, böylece ikimiz eşit oluruz.”
4.) “İnsanın gözleri öyle kelimelerle konuşur ki dil onları telaffuz edemez.”
5.) “Bir insanı küçümsemek akılsızlık, çok büyük görmek de korkaklıktır.”
6.) “Yanlışı gören ve önlemek için eli uzatmayan yanlışı yapan kadar suçludur.”
7.) “Günümüzde insanlar bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Hâlbuki bilgi mazidir, hikmet ise istikbal.”
8.) "Düşünceler oklar gibidir. Bir kere salıverildiler mi, gider hedefini vurur. Onlara iyi sahip ol, bir gün kendin hedef olabilirsin."
9.) “Unutmayın çocuklarınız sizin değildir.
Onu Yaratıcı’dan ödünç aldınız.”
10.) “İlk öğretmenimiz kendi kalbimizdir…”
11.) “İsteklerinize değil, ihtiyaçlarınıza kulak verin…”
12.) “Ağlamaktan korkma! Zihindeki ıstırap veren düşünceler gözyaşı ile temizlenir.”
13.) “Her şey halkadır. Her birimiz kendi hareketlerimizden sorumluyuz. Hepsi döner dolaşır, bize geri gelir.”
14.) "Kaybetmeyi ahlaksız bir teklife tercih et. İlkinin acısı bir an, diğerinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer."
15.) "Ya korktuğunuz işle yüz yüze gelirsiniz ya da ömür boyu ondan kaçarsınız…"
BALİNANIN İÇİNDE YAŞAYAN ADAM
Tarih: 22 Kasım 1896.
New York Times, İncil'den alınmış gibi görünen bir hikâye yayınladı.
Bu hikâye şöyleydi:
Bir ispermeçet balinası tarafından canlı canlı yutulduğu ve hayatta kaldığı söylenen genç, denizci James Bartley'di.
O dönemde balina avcılığı çok kazançlı bir işti.
Hayvanın neredeyse her şeyi kullanılırdı.
Et, kandil yağı, deri ve en değerlisi: parfüm ve kozmetikte kullanılan aromatik bir hazine olan amber.
Bartley'in balina avcısı The Star of the East Gemisiyle yaptığı ilk yolculuktu.
Mürettebat dev bir ispermeçet balinası görünce onu yakalamak için iki küçük tekneyle denize açıldı.
Zıpkıncılardan biri hayvanı yaralamayı başardı, ancak canavar acı içinde teknelerden birini parçaladı ve içindekilerin hepsini denize fırlattı.
Yoğun kurtarma çalışmalarının ardından sadece iki denizci bulunamadı.
Bunlardan biri: James Bartley'di.
Arama çalışmaları sonuçsuz kalınca ölüme terk edilmişti.
Ancak ertesi gün, ispermeçet balinasının cesedi kıyıya doğru çekilirken, denizciler onu parçalamaya başladılar.
Amber arıyorlardı.
Ama sonra hiçbiri unutamayacağı bir şey gördüler:
Balina midesinin içinden bir insan ayağı çıkmıştı.
Açtıklarında Bartley'i buldular.
Baygın haldeydi, derisi tamamen beyazlaşmıştı, hayvanın mide sularıyla yanmıştı.
Kendisini hayata döndürmek saatler sürdü.
Ve uyandığında çığlık atmayı ve anlamsızca hareket etmeyi bırakamıyordu.
Onu iki hafta boyunca yatağa bağlamak zorunda kaldılar.
Nihayet anlaşılır bir şekilde konuşabildiğinde anlattığı hikâye yürek parçalayıcıydı:
“Bir balina tarafından yutulduğumu fark ettim… Etrafım etten bir duvarla çevriliydi.
Çevremi hissettim ve çeşitli balıklara dokundum.
Bazıları canlı görünüyordu.
İçimi kavuran bir sıcaklık hissettim.
Orada öleceğime ikna olmuştum.
Azabım dayanılmaz bir hal aldı...
Ta ki, çok şükür, bilincimi kaybettim.”
Bartley bir daha asla denize bakmadı.
Balıkçılığı bıraktı, kunduracı olarak yaşamaya başladı ve bir daha asla yalnız kalmadı.
1909 yılında 39 yaşındayken İngiltere'de öldü.
Gerçek miydi yoksa çokça anlatılan bir efsane miydi?
Kayıt mevcuttur.
Şahitlik de öyle.
Gerçek şu ki James Bartley, sonsuza dek bir balinanın içinde yaşayan adam olarak anılacaktı.
KARTAL VE KIZ
1932'de Norveç'in sessiz kırsalında, huzurlu bir köy nesiller boyu anlatılabilecek kadar garip bir olayla sarsıldı.
Üç buçuk yaşında bir kız çocuğu tehlikenin üzerine yükseldiğinden habersiz, kahkaha atarak dışarıda oyun oynuyordu
Durup dururken, devasa bir kartal gökyüzünden indi, güçlü pençeleriyle çocuğu kaptı ve bulutların arasında kayboldu.
Köylüler şaşkına döndü.
Panik yangın gibi yayıldı.
200'den fazla insan çaresiz aramaya katıldı.
Engebeli araziyi taradı, adı haykırıldı ve en kötüsünden korkuldu.
Yedi uzun saat boyunca, umut bir ipe bağlandı.
Sonra, düşünülemez şekilde canlı bulundu.
Yüksekte, deniz seviyesinden 180 metre yüksekte bir yuvada, çocuk mucizevi bir şekilde zarar görmemiş şekilde yatıyordu.
Kartal onu orada bıraktı ve bir şekilde doğa onu bağışladı.
O kız çocuğu daha sonra büyüdü.
Dolu dolu bir hayat sürmeye devam etti.
12 Kasım 2010 tarihinde 81 yaşında vefat etti.
Ancak onun hikâyesi tarihe kazınmış olarak kaldı.
O kız çocuğu ise; Kaderin, korku ve vahşetin en şaşırtıcı şekilde çarpıştığı inanılmaz bir anı yaşamıştı.