Bir soğuk 1857 sabahı, İskoçya’nın Dundee şehrinde bir gün evreni aydınlatacak bir kız çocuğu doğdu.

Bunu bir teleskopla yapmayacak, ancak dehasıyla yapacaktı.

Adı Williamina Paton Stevens Fleming’di.

Küçük yaşlardan itibaren Williamina olağanüstü bir zeka gösterdi.

14 yaşında, zaten öğretmenlik yapıyordu.

Ama hayat ona beklenmedik bir dönemeç sundu: evlendi, Amerika’ya taşındı ve yabancı bir ülkede çocuğuyla yalnız bırakıldı.

Az sayıda alternatifi olan Williamina, Harvard Gözlemevi’nin direktörü Edward Pickering’in evinde hizmetçilik yapmayı kabul etti.

Kadere dair garip yollar vardır.

Efsaneye göre, bir gün çalışanlarından bıkmış olan Pickering, “Benim İskoç hizmetçim çok daha iyi bir iş yapardı!” diyerek bir çıkış yapmıştı.

Bu söz, alaycı bir şekilde söylenmişti, ancak bir kıvılcım başlatmıştı.

1881’de, Pickering, Williamina’ya bir şans verdi ve o, herkesi şaşkına çevirdi.

Herhangi bir resmi bilimsel eğitim almamış olmasına rağmen, gece gökyüzünün fotoğrafik plakalarını benzersiz bir doğrulukla analiz etmeye başladı.

O, Harvard Bilgisayarları olarak bilinen ve astronomideki en büyük keşiflerin arkasındaki parlak kadınlardan oluşan grubun ilki oldu.

Williamina başardı:

*10.000’den fazla yıldızı sınıflandırmak

*10 yeni yıldız,

*59 Nebula ve

*310 değişken yıldız keşfetmek

*Hala bugün yıldızları sınıflandırma biçimimizin temelini oluşturan Harvard Sınıflandırma Sistemini tasarlamak.

Ayrıca, Royal Astronomical Society’nin onursal üyesi olarak atanarak, erkeklerin egemen olduğu bir alanda tarihi bir başarıya imza attı.

Onun çalışmaları, sadece yıldızların incelenmesiyle sınırlı değildi.

O, bir yıldız haline geldi.

Williamina Fleming, büyüklüğün en beklenmedik yerlerden doğabileceğini, dâhiliğin izin almadığını ve kararlı bir kadının evreni her zaman değiştirebileceğini kanıtladı.

Hikâyesi, bugün hala hayalperestlere ve öncülere ilham vermeye devam ediyor.

EŞKÜL-Ü FUKARA...

Bir Osmanlı tatlısı olarak bilinen “Keşkül”, aslında Farsça “Çanak” anlamına gelirmiş.

Malzemesi de içi oyulmuş “Hindistan cevizi”nden ya da “Abanoz” ağacındanmış.

Dervişin bir ipin ucuna bağladığı ve omzunda taşıdığı bu çanak, Farsça taşımak anlamına gelen “Kash” ya da “Keshidan”, omuz anlamına gelen “Kul” kelimelerinin birleşiminden oluşmuş ve zamanla “Keşkül” diye telaffuz edilir olmuş.

Osmanlı döneminde kapısına vardığı her aşevinde doldurulan bir kaptır keşkül, bu yüzden diğer bir adı da Mevlevi dervişlerinin “Nefis körelten kabı” ya da “Yoksul kabı” diye bilinirmiş...

Osmanlı Saray adabına göre içerde pişen yemek veya tatlılar saray dışına çıkmaz, dışarıdan da Saraya asla yiyecek sokulmazmış.

Bu yüzden de “Saray mutfağı” denen farklı bir yeme alışkanlığı ve mönüsü olduğu bilinirmiş.

Ancak aşevleri tarafından dervişlerin bu kabına doldurulan, üstü kalın kabuk bağlatılmış pirinç lapası zamanla doyurucu özelliği artırılmak için şekerle takviye edilerek, hem dervişler hem de fakirler için hazırlanmaya başlandığında, Sarayın tatlısı olmaya da hak kazanmış...

Zamanla Osmanlı mutfağında önemli bir yer edinen keşkülün hikâyesi, Osmanlı Kadıları ve Dervişlerinin halkın nabzını tutmak için zaman zaman tebdil-i kıyafet ile halkın arasına karışarak dilencilik yaptıkları zamanlardan rivayet edilir.

Dilencilik yaparak topladıkları paraları keşkül-ü fukara kaplarında biriktiren Kadı ve Dervişler, bu paraları imarethanelere bağışlar ve fakir halka keşkül yapılıp dağıtılmasını sağlarlarmış...

Şeyh Yahya Agah Efendi'ye ait “Mecmuatüzzaraif” adlı eserinde de, keşkülün kerametlerine dair rivayetler aktarılmış.

Kadiri Şeyh'inin emri ile Mısır'a giden Kaygusuz Sultan, o sırada sıkıntılı bir müşkülü olan Mısır Melikinin sıkıntısını giderince; Melik kendisine “Ne muradın varsa göreceğim” demiş.

Kaygusuz da, “Keşkülünün pirinçle doldurulmasını” istemiş.

Melik, “İsteye isteye bir Keşkülcük pirinç mi istersin” deyince, Kaygusuz “Siz doldurun hele bir Melik'im” diye cevaplamış.

Nihayetinde keşküle pirinç konmaya başlanmış, fakat çuvallar dolusu pirinç konduğu halde keşkül bir türlü dolmamış.

Ta ki Kaygusuz'un Halep'deki Şeyhi “Yeter” diyene kadar…

ALTIN YAĞMUR KUŞU

Altın yağmur kuşlarını bilir misiniz?

Bunlar 4000 kilometre boyunca hic¸ durmadan uçabilen tek kuşmuş meğer.

O minnacık vücutları ile hiç durmadan, duraksamadan 4000 kilometre?

Şöyle anlatılmış:

“Dünyanın en gelişmiş¸ uçaklarından Boeing 737 bu mesafeye uçmak için 16 ton yakıta ihtiyaç duyar.”

200 gram ağırlığındaki Altın Yağmur Kuşu her yıl Alaska’dan Hawaii’ye 4000 kilometrelik bir göç yapar.

“Bu yolu 88 saat (3,5 gün) boyunca hiç¸ durmadan kanat çırparak kat eder."

Bilim insanları kuşun böyle yolculuk için yakıt olarak kullanacağı 82 gram yağının olması gerektiğini hesaplamışlardır.

Oysa Altın Yağmur Kuşunun sadece 70 gram yağı vardır.

Nasrettin Hoca fıkrasında dediği gibi “Kedi buradaysa ciğer nerede?”

Buna rağmen hiç¸ bir altın yağmur kuşu yakıtı bittiği için denize düşmüyor...

İlginç değil mi?

KUŞ DRONLAR

İnanılmaz ama gerçek!

Çin, gerçek kuş gibi görünen ve uçan askeri dronlar geliştirmiş.

Evet, Kuş Dronları!

Kod adı “Project Dove” olan bu yüksek teknoloji cihazlar, özellikle insanları ve yerleri fark edilmeden izlemek için inşa edilmiş.

Çırpınan kanatları ve gerçekçi hareketleri sayesinde gerçek kuş sürüleriyle uyum sağlayarak, gözetleme hizmetini sürdürüyorlar.

Hatta beraber uçtukları kuş sürüleri bile bu casus kuşun farklı olduğunu fark etmiyorlar.

Bu dronlar ayrıca düşman varlıklarını, özellikle de siperdekileri vurmak için mikro savaş başlıkları ile silahlandırılabiliyor.

Modern casusluk teknolojisine gelecekte doğrusu endişe verici bir durum.

Siz mesela;

“Üzerinizden böyle bir kuş uçsa farkı fark eder misiniz?”

Çin için bu bir ilk değilmiş tabi.

South China Morning Post Gazetesi 2021 yılında su altında kuyruğunu sallayan ve “Robo-balık” olarak adlandırılan ve gerçek bir balıktan farksız bir dronun ilk görüntülerini yayınlamıştı…

Artık etrafınızdakilerden şüphe etmek için bir çok nedeniniz var.

Dikkatli olun!

YAŞANABİLİR İLLER

Yapay zekâya sormuşlar:

“Türkiye’de yaşanabilir illeri sırala!” diye.

O da hiç üşenmeden araştırmış kendi kriterlerine göre sıralayıvermiş.

İşte size “Doğası, iklimi, yaşam kalitesi, sakinliği, ulaşım imkânları ve kültürel zenginliklerine göre” 10 şehir:

1. Muğla: Deniz, doğa, sakinlik… Özellikle Dalyan, Akyaka, Datça gibi yerler huzur dolu.

2. Eskişehir: Öğrenci kenti olmanın enerjisi, kültürel hayatı ve düzenli şehir yapısıyla öne çıkıyor.

3. Antalya: Hem turizm cenneti hem de şehir hayatı çok gelişmiş. Kışın da yaşamak keyifli.

4. İzmir: Rahat, modern, deniz kenarı bir şehir. Ege’nin özgür havası burada hissediliyor.

5. Çanakkale: Tarihi, doğası ve huzuru bir arada barındırıyor. İstanbul’a da uzak değil.

6. Bursa: Doğası bol, ekonomik olarak güçlü, ulaşım açısından avantajlı.

7. Artvin: Karadeniz’in en güzel doğasına sahip yerlerinden biri. Doğa severler için cennet.

8. Trabzon: Hem doğası hem de kültürel yapısıyla özgün bir yer. Yaylaları muhteşem.

9. Mersin: Sahil şehri olması, yaşamın görece ekonomik olması ve gelişmiş altyapısıyla cazip.

10. Aydın: Tarımı, denizi ve sakinliğiyle öne çıkan bir Ege ili. Özellikle Kuşadası ve Didim tarafları.

Bu gazeteyi okuyorsanız, yaşanabilir bir kenttesiniz demektir.

Kıymetini bilin…

EŞEK ANIRINCA

ABDEST BOZULUR MU?

Köyün birine bir imam atanır.

Köylü ile çok güzel anlaşır ama her eşek anırışında, köylünün abdest yenilemesine anlam veremez bir türlü.

Dikkatini çeken bu durumun nedenini sorar.

İçlerinden birisi, yıllar evvel köyün imamının, “Eşeğin anırdığını duyarsanız abdestiniz bozulur” dediğini, o yüzden de, yıllardır bunu uyguladıklarını” söyler.

İmam, böyle bir şeyin olamayacağını söyleyerek olayı araştırır.

Öğrenir ki, çok yıllar evvel, köyde su olmadığı için köy halkı toprakla abdest alıp, yani teyemmüm yaparmış.

Tabi ki köye su, eşeklerin sırtında taşındığı için de, o zamanın imamı bir vaazında; “Köyde su olmadığı için, abdestinizi toprakla alabilirsiniz.

Ancak, eşeğin sesi (anırdığı) duyulduğunda sırtında su taşıdığını bildiğiniz için, toprakla alınan abdest bozulur; çünkü artık suyunuz vardır” demiş.

Vaazı gönülsüz dinleyen bir köylü, sadece “Eşek anırmasını duyarsanız abdest bozulur” kısmını duyup, bunu da halka yaydığı için, herkes de sorgulamadan bunu uygulamış.

Araştırmamak, sorgulamamak hala günümüzde mevcut.

Körü körüne inanmak neredeyse kültürümüz olmuş.

Böyle olunca da, sonuç ortada işte…

DON KİŞOT

Bir gün şöyle demiş:

“İnsan, lüksün ve gösterişin kölesi olur, zenginliklerin peşinden koşar, sanki orada mutluluğu bulacakmış gibi.

Ama şunu göremez:

Ne kadar çok şeye sahip olursa, onları kaybetme korkusu da o kadar büyür ve işte bu korkunun içinde gerçek mutluluk kaybolur.

Çünkü sevinç, ne altında ne de zenginlikte gizlidir; yüzüne değen rüzgârın okşayışında, bir dostun içten kahkahasında, minnetle paylaşılan bir lokma ekmektedir.

Kendi içinde bulunacak bir şeyi dışarıda arayan kişi, büyük bir deliliktedir!

Basit bir hayat, en büyük hazinedir; bunu anlayan insan, dünyanın en mutlu insanıdır.”

İŞİ BIRAKIYORUZ!

Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir okulun yanında küçük bir ev alır. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar.

Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak.

Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir.

Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapısının önüne çıkar, onları durdurur ve: “Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz.

 Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün 1 lira vereceğim” der.

Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler.

Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve onlara şöyle der, “Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı, bundan böyle size sadece 50 kuruş verebilirim.”

Çocuklar pek hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye.

Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar onları.

“Bakın” der, “Henüz maaşımı alamadım bu yüzden size günde ancak 25 kuruş verebilirim, tamam mı?”

“Olanaksız bayım” der içlerinden biri, "Günde 25 kuruş için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz işi bırakıyoruz...”