"Türkiye'nin milli içkisi nedir?" diye sorulsa cevap açık ara Rakı olurdu.
İşte böyle başlıyordu yazı.
Eh ben de size aktarmadan yapmayayım dedim.
Sonra başka bir yazı daha buldum ve "Aaa! Bunların konuları aynı" dedim ve onu da aldım.
Tekmil-i birden size sundum.
Tarihiyle, hikâyesiyle işte size Rakı.
Buyurun okuyun…
Bu yazıyı yazan kişi de meğer müptelasıymış.
Zaten öyle başlamış yazıya ve:
"Benim de tutkunu olduğum Rakı'nın ilginç bir hikâyesi var vaktiniz varsa anlatıyorum…" demiş.
Anadolu'da içkinin tarihi oldukça eski.
Antik çağlardan beri üzüm suyunu doğal fermantasyonla alkole çevirip şarap yapma tekniğini biliyorlar.
Hipokrat’ın Metinlerinde (MÖ 460-370) Şarap, antiseptik, sakinleştirici ve ağrı kesici olarak bir tür ilaç olarak da tavsiye edilmiş ve yaygın olarak kullanılmış.
Tabi Rakı deyince aklımıza Rakıya aromasını veren "Anason" bitkisi de geliyor.
Anason, Akdeniz ve havzasının doğal florasında yetişen bir bitki türü.
Yine Hipokrat metinlerinde anasondan bir ilaç olarak bahsedilmiş.
Hipokrat "Corpus Hippocraticum" adlı eserinde, "Anason tohumu mideye iyi gelir, gazları giderir ve bağırsakları rahatlatır." demiş.
Bizans döneminde (özellikle 4 ve 15'inci yüzyıllar arası) Anadolu ve Konstantinopolis çevresi şarap üretimi açısından önemliydi.
Bazı kaynaklar, Bizanslıların "Anasato" isimli bir içki yaptığını söyler. Bu içki, temelde şarabın içine anason katılarak yapılırdı. Bu tarz içeceklerin amacı tatlandırmak, aroma vermek ve mideye iyi gelmesini sağlamaktı.
"Anasato"yı, rakının "Proto-formu" (öncü biçimi) olarak düşünülebiliriz.
Pergamonlu (Bergamalı) Doktor Galenos (MS 129-216) Roma İmparatorluğu’nda etkili bir hekimdi.
Anasonun şarapta kullanımının hem lezzet verdiğini, hem de sindirime faydalı olduğunu yazmış.
Galenos'un farmakolojik yazılarında "Şaraba katılan anason, mideyi rahatlatır, bağırsakları temizler ve içimi güzelleştirir." şeklinde ibareler var.
Bu bahsi geçen Anasota da, Rakı da tıpkı Şarap gibi üzümden yapılan bir içki.
İkisi arasındaki temel fark damıtma.
Rakı damıtılmış alkolden yapılırken, Şarap damıtılmadan yapılıyor.
Peki bu damıtma tekniği Anadolu'ya nasıl ulaştı?
Damıtma tekniğinin Selçuklu döneminde Araplar üzerinden Anadolu'ya ulaştığına dair güçlü kanıtlar var.
"Arak" kelimesi, Arapçada "Terlemek" anlamına gelir ve damıtma sırasında imbikten damla damla akan sıvıya atıfta bulunur.
Bu kelimenin rakının isim kökeni olabileceği düşünülmektedir.
Fermente üzüm suyunu damıtıp, bundan alkol elde edip, bunun içine de Anason karıştırmayı kimin akıl ettiğini bilmiyoruz.
Ancak eldeki kanıtlar bunun ilk kez Osmanlı döneminde yapıldığı gösteriyor.
İslam etkisi düşünülürse Osmanlı'nın gayrimüslim Rum tebaasının bunu icat etmiş olması da bir ihtimal.
16 ve 17'nci yüzyıllardan itibaren rakı, Osmanlı topraklarında yaygın olarak üretilip tüketilmeye başlanmış.
Bu anlamıyla "Rakı bir Osmanlı içkisi" diyebiliriz.
Osmanlı döneminde rakıya ait en erken bilgiler, genellikle 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı tahrir defterleri, kadı sicilleri ve saray kayıtlarında yer almaya başlar.
1573 tarihli bir İstanbul kadı sicilinde, rakının üretim ve satışı ile ilgili kayda rastlanır.
17. yüzyıl Evliya Çelebi’nin
Seyahatnamesinde kendine yer bulur.
"İstanbul’da ‘Arakiyye’ denilen içki damıtılır, anason ile kokulandırılır, pek lezizdir ve keyif vericidir."
Osmanlı toplumunda rakı, resmi olarak hoş görülmese de gündelik hayatta özellikle Rumeli ve Anadolu şehirlerinde sosyal hayatın içinde yer alırdı.
Esnaf ve Yeniçeri çevrelerinde oldukça popülerdi.
Meyhaneler, özellikle İstanbul, İzmir, Selanik gibi büyük şehirlerde yaygınlaşmıştı.
Yeniçeriler, esnaflar ve halk bu meyhanelerde buluşur, sohbet eder ve rakı içerdi.
Meyhaneler sadece içki içilen yerler değil, sosyal ve kültürel buluşma noktalarıydı.
Şairler, sanatçılar ve esnaf rakı eşliğinde sohbet eder, şiirler okur ve sanat paylaşırdı.
Osmanlı'nın ilk rakı fabrikası da 2. Abdülhamit döneminde açılır.
1880 yılında İstanbul (Umurca Rakı Fabrikası) Osmanlı'nın ilk rakı fabrikası olacaktır...
RAKININ ADABI
Rahmetli Aydın Boysan anlatmıştı.
Her şeyin adabı olduğu gibi içkinin de bir adabı varmış.
*Sarhoş olunmaz.
*Konuşulan masada kalır, kayıt not tutulmaz.
*Fotoğraf çekilmez.. Dışarıdan çekene kızılmaz.
*Telefonla konuşulmaz.. Çalarsa 'Rakı içiyorum' denilip, kapatılır.
*Telefonla oynanmaz masaya iphone, blackberry konulmaz.
*Muhabbette biçem, izlek, imgelem gibi kelimeler kullanılmaz.
*Kadınlar rujunu silip oturur: rakı bardağında ruj izi olmaz.
*Lüzumsuz şirin olunmaz.
*Rakıda hızlı gidene karışılır, yavaş düşene karışılmaz.
*Argo konuşulur, asla küfür edilmez.
*Hey, hişt, pişt.. Gibi ünlemler kimseye kullanılmaz.
*Memleketi herkes meşrebine göre kurtarır, karışılmaz.
*Yemek değil meze tırtıklanır, karın doyurulmaz.
*Şalgam suyu, soda, ayran yanına konur içine konmaz.
*Masada kitap, dergi, hele laptop asla bulunmaz.
*İsteyene Zeki Müren, isteyene Giuseppe Verdi sırayla dinlenir.
*Müzik duyulacak kadar açılır, bağırtılmaz.
*Hüzün ve neşe kardeştir masada.
*Masada ağlanmaz, ağlayan varsa konu değiştirilir, avutulmaz.
*El kol fazla hareket etmez.
*Tartışılır, kalp kırılmaz.
*Aynı anda konuşulmaz, söz kesilmez.
*Masaya sigara dumanı üflenmez.
*Bir rakı içilirken başka marka övülmez.
*Rakı masasında sessizlik olmaz.
*Zırt pırt tuvalete gidilmez.
*Azıcık uçulabilir ama yalan dolan olmaz.
*Biradan başka cila olmaz, cila birası bir küçüğü geçmez.
*Rakı sonrası kahve, şekerli içilmez.
*Rakı yalnız içilmez, meyhanede bile biri eşlik eder.
*Garsona rakı doldurtulmaz.
*rakıdan önce su, sudan önce buz konmaz.
*Rakı sek içilmez, fondip yapılmaz.
*Güneş tepeden inmeden önce rakı içilmez.
*Büyük konuşanla rakı içilmez.
*Çok konuşanla rakı içilmez.
*Sessiz duranla rakı içilmez.
*Şakadan anlamayanla rakı içilmez.
*Rakı sofrasında iş dedikodusu yapılır, iş konuşulmaz.
*Küllüğe limon kabuğu, zeytin çekirdeği konmaz.
*Tabakta asla sigara söndürülmez.
*Bardak boş bekletilmez, bardak seni hasretle bekler.
*İzinsiz masadan tuvalete dahi kalkılmaz.
*Şerefe... Yeterlidir, kadeh tokuştururken yaratıcı olunmaz.
*garsona ya da yanındakine balık ayıklatılmaz.
*Personele ve mekân sahibine hatır sormadan rakıya başlanmaz.
*İçi görünmeyen kadehte rakı içilmez.
*Boğaza, yeleğe peçete takılmaz, dize peçete konmaz.
*Hiçbir durumda ve fikirde ısrar edilmez.
*Racon kesilmez.
*Muhabbette ukalalık, kıskançlık olmaz.
*Rakı sofrası süslenmez.
*Yan masanın muhabbeti dinlenmez.
*Başka masaya ve birine uzun bakılmaz.
*Masadan kopuk muhabbet edilmez.
*Çiftler el ele tutuşmaz, oynaşmaz.
*Sallanan masada içilir, sallanan insanla içilmez.
*Bunlar kendiliğinden olur, kasarak yapılmaz.
*Hepsinden önemlisi, bir kadınla içiyorsan, asla sarhoş olunmaz...
Hesabını kitabını öyle yapıp içeceksin..
Kadın sana güvenip sarhoş olabilir, onu adam gibi taşıyacak olan sensin!
BİR HAYAT HİKÂYESİ
Bu yazı da alıntı ve yukarıda da belirttiğim üzere, içkiyle ilgilidir diye aktardım size.
Mustafa Yolcu şöyle anlatmış hikâyeyi:
"Çocukluk yıllarında tanıdığımız, alkolik derecesinde içki tüketen iki insanlardı.
Morfinli Mehmet; Hacıpiri’nin yukarı mahallesindendi. Bebuk’un ise kalenin dibinde, hamamın arkasında tek odalı evi vardı.
Gündüz vakti ikisinin de ayık gezdiğini gören olmazdı. Nerden temin ettiklerini bilmediğim para ile içkilerini alırlardı.
Bebuk ile parkta veya başka yerde karşılaştığımız da “Bakın delikanlılar, benim vaziyetimi görüyorsunuz. Ayakta zor duruyorum. Bu zıkkımı içmekten memnun değilim. İçkiye alıştım bırakamıyorum. Sakın siz içki şişesini elinize almayın, vb.” diye nasihat ederdi. Açıkta içki içmez, elinde içki şişesi görülmezdi.
Morfinli Mehmet sabahları, içki almadığı zaman, halim selim, efendi görünüşlü biriydi. İçkili iken kimse ile konuşmaz, evini zor bulur, bir yerlerde sızıp kalırdı.
Kışın karın üzerine sızıp, sabahladığı olurdu.
Karnı aç olduğunda, mahallemizde kapısını çaldığı, birkaç ev vardı.
O evlerden birine gider “Ana benim karnım aç. Bana bir dürüm yapında yiyeyim.” derdi.
Gittiği evde yiyecek ne varsa, tepsi ile kapının önüne konur, oda konulanı yer, dua edip giderdi.
Bebuk'un başında yana yatık şapkası, havalar soğuduğunda da, sırtından çıkarmadığı paltosu vardı.
Kalenin dibindeki bir göz odalı evi, belediye yaptırmış, mahalleliler de içinin eşyasını koymuşlardı.
Bebuk; kirlenen çamaşırlarını deterjan ve para ile birlikte bir torbaya koyar, torbayı da ihtiyaç sahibi bir evin kapısı önüne bırakırmış.
Evden torbayı alıp, çamaşırları yıkar, ütüler Bebuk'un evinin kapısının önüne koyarlarmış.
Bebuk evine geldiğinde, torbasını içeri alırmış.
İskilip’te hacca, otobüsler ile gidiliyordu. Her sene 6-8 otobüs ve eşyaları götüren kamyon ile hacca giderlerdi.
İçki içmeye tövbekâr olmuş morfinli Mehmet; bir Cuma günü sabahı hamama gider ve güzelce yıkanır.
Sonrada soluğu otobüsleri hacca gidecek olan, otobüs firmasının sahibinin yanında alır. “Ben hacca gitmek istiyorum. Tövbe ettim, içkiyi bundan sonra ağzıma almayacağım” der.
Oradakiler şaşırırlar. “Mehmet emin misin? İçki içmeden durabilir misin?” diye sorduklarında; kararının kesin olduğunu, içkiyi bıraktığını söyler.
Onlar da; "Sen kararını vermişsen, biz de seni hacca götürürüz" demişler.
Hacca giden Mehmet; hac farizasını yerine getirerek "Hacı Mehmet" olmuştur. Hac dönüşü İskilip belediyesine işçi olarak alınmış, evlenerek düzenli bir hayatı olmuştu.
Bebuk de; Hacı Mehmet’ten 1-2 yıl sonra aynı süreci yaşadı.
Hacca gitmeye karar verince, otobüsçüler ondan ücret almadı.
Esnaftan para toplayıp, kendisine harçlık olarak verdiler. Bebuk, daha hacca gitmeden “Yarabbi; mübarek yerlerde al benim canımı. Buraya beni bir daha getirme” diye dua edermiş.
Hac yolculuğunda yanındaki koltukta, Dolmacı Bekir Hallı oturmuş.
Bebuk; mübarek yerlerde haccını güzelce tamamlıyor.
Mekke’den Medine’ye geliyorlar.
Orada da ibadet ve ziyaretler tamamlanıyor.
Medine den ayrılmadan bir gün önce, kaldıkları otelde Bebuk; yalnız başına bir köşede ağlıyor.
Onun bu halini gören biri soruyor; "Hacı Bebuk niye ağlıyorsun?”
Cevap veriyor; “Ben mübarek yerlerde feyiz alarak ibadetimi, görevlerimi yapıp haccımı tamamladım. İskilip’e gidince beni azdırıp, tekrar içkiye başlatırlarsa ben ne yaparım diye ağlıyorum.”
Ellerini kaldırıyor ve “Allah'ım benim canımı bu mübarek yerde al. Burada kalayım.” Diye dua ediyor.
Ertesi günü toparlanıp, yolculuğa çıkmaya hazırlanıyorlar.
Bebuk sessiz sedasız, her kesten önce otobüste kendi yerine oturuyor.
Diğerleri de otobüse binmeye başlıyor. Bebuk başını yana dayamıştır.
Onu uyuyor sanıyorlar.
Birisi gelip, "Hacı uyuma, otobüs kalkacak" diyor.
Ama hacı Bebuk’ten ses yok.
Bir iki kişi daha geliyor, bakıyorlar ki hacı Bebuk; gerçek dünyasına gitmiş.
Ruhunu mübarek yerde teslim etmiş.
Herkes şaşırıyor.
Bir gün evvel edilen dua, ertesi günü gerçekleşiyor.
Hacı Bebuk Medine'de Cennet’ül Baki’ye, sahabelerin bulunduğu mezarlığa defnediliyor.
Hacı kafilesi de yola çıkıp İskilip’e geliyor.
Soruyorlar, "Hacı Bebuk nerede?"
Cevap geliyor, "Hacı Bebuk Medine’de, Peygamberimizin, sahabelerin yanında kaldı. Yaratan onun duasını kabul etti. O sevdikleri ile birlikte Medine’de kaldı."
Hacı Bebük'ün tek göz odalı evinin kapısını açıyorlar.
Evin duvarında asılı tabelada diyor ki;
"Harabat ehlini hor görme Zâkir.
Defineye malik viraneler var."
SU KUYUSU
Bir avukat su kuyusunu bir öğretmene sattı.
İki gün sonra da öğretmene gitti ve dedi ki, "Efendim, kuyuyu size sattım ama içinde suyla değil! Suyu kullanmak istiyorsanız ekstra ödeme yapmanız gerekecek."
Öğretmen gülümsedi ve cevap verdi: "Evet, ben de size gelecektim. Kuyumdan suyunuzu alın, yoksa yarından itibaren kira ödemeye başlarsınız diyecektim…"
Bunu duyan avukat gerildi ve dedi ki:
"Oh, sadece şaka yapıyordum!"
Öğretmen güldü ve dedi ki:
"Senin gibiler bizimle okuduktan sonra böyle avukat oluyor!"