Yakında kutlanacak olan Yaşlılar haftası münasebetiyle içinizdeki Altın Yaşlılara yönelik bir yazı buldum.
Bakalım beğenecek misiniz?
1. Sabahın erken saatlerinde çalar saatiniz, cep telefonunuz, kuş cıvıltıları veya diğer seslerle uyanırsanız mutlu olun ve kendinizi şanslı sayın.
Bu, hala bu dünyanın bir parçası olduğunuz anlamına gelir.
2. Uyandıktan sonra biraz su için, tanıdığınız, sevdiğiniz ve önemsediğiniz insanlara mesaj atın.
Onlara “Günaydın” deyin.
Bu, net düşünebildiğiniz ve sağlıklı olduğunuz anlamına gelir.
Yeni ve güzel bir güne başlayabilirsiniz.
3. Arkadaşlarınızdan sizi birlikte yemek yemeye veya arkadaşlarınızla vakit geçirmeye davet eden kısa mesajlar ve aramalar alırsınız.
Bu, arkadaş canlısı olduğunuz ve insanlarla iyi ilişkiler kurduğunuz anlamına gelir.
Arkadaşlarınız hala sizi düşünüyor demektir.
4. Bazen, bazı insanlar sizin hakkınızda kötü konuşabilir veya arkanızdan dedikodu yapabilir.
Bu, kalplerinde hala çok önemli bir kişi olduğunuz anlamına gelir.
Kesinlikle hayatta sizin kadar iyi değillerdir.
Mutlu ve kutsanmış hissetmelisiniz.
5. Fazla kilolu olmaktan endişe ediyorsanız, çok iyi besleniyorsunuz ve yemekleriniz muhteşem ve besin dolu.
Endişelenmeyin.
Sağlıklı yaşam, uzun ömür ve güçlü bağışıklık hakkındaki tüm sağlık konuşmaları yemeğe dayanmaktadır.
Sadece egzersiz kontrolü ve diğer her şeyi ölçülü yapın.
6. Sık sık arkadaşlarınızla dışarı çıkıyorsanız, yemek yiyorsanız, sohbet ediyorsanız, seyahat ediyorsanız, yerler görüyorsanız ve çevrenizde bir değişiklik yapıyorsanız, bu yaşam tarzınızda bazı standartlarınız olduğunu kanıtlar.
7. İyi bir mizah anlayışınız varsa, bu kalbinizin genç olduğu ve çok sağlıklı olduğunuz anlamına gelir.
8. 65 yaşını geçtiyseniz, mutlu olun ve memnun olun.
Dünya çapında yapılan bir araştırmaya göre, 100 kişiden sadece 8'i 65 yaşını geçiyor.
9. Dışarı çıkıp malzeme satın alabiliyor ve yemek pişirebiliyorsanız;
İyi görebiliyorsanız;
İyi duyabiliyorsanız;
Cep telefonunuzu kısa mesaj göndermek için nasıl kullanacağınızı biliyorsanız; anılarınızı yazıyorsanız;
Bir hikâye yazıyorsanız;
Kendinizi çok şanslı sayıyorsanız.
Çok başarılı bir hayatınız var.
10. Bu mesajı okuyorsanız ve yüzünüzde bir gülümseme varsa, çok mutlu, tatmin olmuş ve hoşnut bir insansınız.
Bu mesajı arkadaşlarınızla paylaşabiliyorsanız, bencil olmadığınız, iyi kalpli olduğunuz; insanlığı önemseyen ve seven bir insan olduğunuz anlamına gelir.
Yaşlı arkadaşlarınızın bu mesajı okumasına ve mutluluğu yaymasına izin verin.
Nasıl rahatladınız mı?
80’Lİ VE 90’LI YILLARDA
GENÇ KIZ OLMAK
Yaşça ilerlemiş olanların ilgiyle okuyacağı bir yazı bu.
Eskiyi unutmuş, yaşadıklarını hatırlamayan ama geçmişe özlem duyanların yazısı olsun bu.
Öyle ya 80-90 yıllarında yaşamışlar için belki de mazi hatırlama ilacı olabilir.
Haydi bakalım okuyun, özlem duyduğunuz ve kendinize ait kaç parça çıkaracaksınız acaba?
Bütün işler saat ona kadar biterdi.
Boş oturmak diye bir şey asla yoktu.
Dizi izlerken bile elişi yapılırdı.
Mevsim kış ise öğleden sonra herkes birbirine gezmeye giderdi.
Öyle şimdiki günler gibi hazırlık yapılmazdı.
Ya çatkapı gidilir, ya da yarım saat önce çocuk gönderilerek “Müsait iseniz size oturmaya geleceğiz” denirdi.
Misafir gidilen evde genç kız varsa gezmeler güzel olurdu.
Anneler sohbet ederken kızlar mutfakta ikramlıkları hazırlardı ve de sohbet ederdi.
Sohbet konuları, magazin, televizyon ve dünürcüler olurdu en çok.
O zaman kızların sevgilisi olmazdı. Sevdiği olurdu.
Buluşma, el ele tutuşmak falan olmazdı. Uzaktan bakışma, mektuplaşma olurdu sadece.
Ailesi bilmez, çok yakın arkadaşı bilirdi sadece.
Sakladığı mektupları annesi bulup ta bir araba sopa yiyen çoktu.
Bu kızların çoğu evlenemezdi sevdiği ile.
Seksenli yılların ikramlıkları kısır, kek, kurabiye ve bisküvili yaş pasta idi. Şimdilerde bunların adı “Anne keki, Anne kurabiyesi, Anne pastası” oldu.
Pek çok evde kek tenceresi vardı.
Bizde dört köşe midi fırın vardı.
Bir de davul fırınlar vardı ki, kocaman tepsisi ile yapılan kek sülaleye yeterdi.
Annelerimiz börek çörek yapardı ama kızlar pasta yapmayı severdi.
Tarif isteyince bazıları vermezdi pasta tarifi, devlet sırrı gibi saklar, ya da eksik tarif verirlerdi.
Doksanlara gelindiğinde ise özel televizyonlar ve gazeteler tarif vermeye başladı.
Şimdiki gibi internet yoktu açıp bakacak.
Hafta sonu gazeteler kurabiye, pasta kitapçığı verirdi.
Erkenden gidip alınırdı yoksa tükenirdi.
Doksanlarda kakaolu ıslak kek moda oldu. Karakız pastası, Kunta Kinte gibi isimler verilirdi.
Yaş pasta çeşitleri, değişik kurabiyeler, pasta kalıpları çıktı.
Elmalı kurabiye, çiçek, kurabiye, tırtıl kurabiye.
İkramlar hazırlanır çaylar içilirdi.
Anneler kızların lafa karışmasını istemezdi.
Çay faslı bitince bulaşık imece usulu çabucak yıkanıp elişiler alınır, kızlar kendi aralarında, anneler kendi aralarında konuşur, hem de elişi yaparlardı.
Ne güzel günlerdi
Sunum çılgınlığı, alışveriş manyaklığı yoktu. Sosyal medyadan gösteriş yapmakta yoktu.
Ama insanlık vardı...
EN BÜYÜK SORUN
Geçtiğimiz günlerde Çanakkale İl Sağlık Müdürlüğü vatandaşların temiz hava almasına yönelik denetimlerin sürdüğünü açıkladı.
Hatta bu kapsamda denetimler yaptılar.
“Temiz hava sahası” adıyla ülkemizde kapalı yerlerde sigara içmek yasaklanmıştı.
Biz sigara içmeyenler koskocaman bir “Ohhh!” çekmiştik.
Nihayetinde yemek yemek veya sohbet amaçlı gittiğimiz kafelerde artık sigara içilmeyecek, bizler de tertemiz ortamda soluk alacaktık.
Nitekim başlangıçta bu yasak sıkı bir şekilde uygulandı.
Ancak bazı işletmeler bu yasağa karşı direndiler ve by-pass yaparak bir çıkış yolu bulmaya çalıştılar.
Daha sonra yetkililerin de işi gevşetmesi sonucu yasağın cılkı çıktı.
Neredeyse gittiğimiz her mekanda -sözüm ona üstü açılır salon şeklinde- bir düzenleme yapılıp, sigaralar fosur fosur içilir hale geldi.
Geçtiğimiz günlerde yapılan denetimlerle bir nebze olsun hizaya gelen işletmeler, denetim furyası geçer geçmez tekrar “Sigara içilebilir hale” geleceklerinden hiç şüphem yok.
Ülkede bir şey eksikti onu AKP Hükümeti iyi yaptı
Neydi bu?
CİMER.
Belki şu aralar amacı dışında kullanımlar karşısında bıktıracak kadar mesaj geliyor ancak çıkış fikri iyiydi.
İnsanlar karşısında devleti buldu.
Derdini anlatacak, hakkını arayacak bir kurumdu burası.
İşte buna benzer;
Yerlere çöp atma ihbar hattı,
İşletmelerde sigara içenleri ve içirenleri ihbar hattı,
Trafik ihbar hattı,
Hijyenik olmayan gıda işletmelerini ve satıcılarını ihbar hattı,
Fahiş fiyatla satış yapanları ihbar hattı gibi hatlar olmalı.
Devlet gelen bu ihbarları anında denetlemeli ve gereğini yapmalı.
Bir müddet sonra yasa karşısında eli-kolu bağlananlar hizaya gelecek, alışkanlıklar kazanılacak ve ihbarlar kesinlikle azalacaktır.
Bugün Avrupa’da insanlar nasıl hizaya geldi zannediyorsunuz?
Almancı tabir ettiğimiz insanlar neden gurbete gidince birden modern oluveriyor?
Tek sebebi ceza korkusu.
Ülkeye döndüklerinde tekrar eski hallerine dönüşüveriyorlar, çünkü bizde ağır cezalar yok, denetim yok.
Nihayetinde diyeceğim odur ki;
Denetimler sıklaştırılsın,
Taviz verilmesin,
Herkes yasalara uysun,
Bizler de rahat edelim…
Şimdi gelelim benim şikâyetime.
Çanakkale’de Yalı Camii’nin orada bir simitçi var.
Bana göre acayip iyi simit yapıyor.
Çok kalın olmayan, bol susamlı, çıtır çıtır bir simit.
Karnım ne zaman acıksa bu simitçi geliyor aklıma.
Bizim gazeteye de yakın olduğundan ulaşması kolay.
Bazen öğlenleri acıkan karnımızı bastırmak için çalışanlar olarak simit yeme ihtiyacı duyuyoruz.
Başka simitleri pek sevmediğimden buradan almak üzere hep ben gidiyorum.
Bazen de uzun sürecek provalar öncesi bu simitlerden yiyorum.
1 Tane yetecekken, 2 taneyi rahatlıkla yiyorum, kendimi tutamıyorum.
“Peki madem bu kadar seviyorsun da neden şikayet ediyorsun?” şeklinde ir soru aklınıza gelebilir ki zaten de gelmelidir.
Şikayetim şu;
Simidi güzel yapması…
“Haydaaaa! Kardeşim affedersin ama bu işte bir tuhaflık var. İnsanlar ne güzel simit yapıyormuş işte, şikâyet neden?” diye yine sordunuz değil mi?
Hemen cevaplıyorum;
Bana çok kilo aldırıyor.
Bu simitleri çok sevdiğimden, alıp yemeye dayanamadığımdan dolayı şikâyetçiyim.
Bu kadar güzel yapmasın kardeşim.
Resmen benim sağlımla oynanıyor.
Yetkili kim varsa derhal müdahale edilsin ve kötü simit çıkarmaları için baskı yapılsın, ben de fazla simit yemeyeyim…
Lütfen ama…
HAYAT BUDUR
Bir tavla hikayesi şöyle yazılmış.
Kökeni İtalyanca olan tavla kelimesi “Tahta” anlamına geliyor.
Oyunun geçmişi ise Pers İmparatorluğu’na dayanıyor.
Yapılan tarihi kazılarda Pers İmparatorluğu'na ait Shahr-e Sokhteh (Yanmış Şehir) adlı bölgede tavlaya ait kalıntılara rastlandı.
Ayrıca yine imparatorluğa ait bölgelerden olan Ur'da, üzerinde yılan resmi bulunan ve tavlaya ait olduğu düşünülen oyun tahtaları bulundu.
Bunların yanı sıra M.Ö. 3000’li yıllarda yine Ur bölgesinde tavlaya benzer; 2 zar ve 60 taş ile oynanan bir oyunun izleri ortaya çıktı.
İran şahına mektup
Rivayete göre o dönem Hint İmparatoru, Perslerin başında olan İran Şahı Nevşiyan'a hiçbir açıklama yapmadan satranç oyununu gönderir.
Hint İmparatoru oyunla birlikte gönderdiği mektupta sadece “Kim daha çok düşünüyor, kim daha iyi biliyor, kim daha ileriyi görüyorsa; o kazanır. İşte hayat budur." mesajına yer verir.
Daha önce bu oyunu hiç oynamamış olan Nevşiyan, durumu şaşkınlıkla
“Hayat biraz da şanstır.”
Pers İmparatoru olan İran Şahı Nevşiyan, en akıllı veziri Buzur Mehir’den bu oyunu çözmesini ister.
Ayrıca şah, vezirine Hint İmparatoru’na hediye etmek için yeni bir oyun icat etmesini de emreder.
Vezir, uzun bir çalışmanın ardından satrancın her taş hareketini ve oyunun tamamını çözer. Ardından 10 gün içinde tavlayı icat ederek imparatora sunar. İmparator Nevşiyan ise tavlayı “Evet, kim daha çok düşünüyor, kim daha iyi biliyor, kim daha ileriyi görüyorsa; o kazanır. Ama biraz da şanstır. İşte hayat budur.” mesajıyla Hint İmparatoru’na hediye olarak gönderir.
Zamanla iç içe bir oyun
Tavla, zaman kavramından ilham alan bir oyun.
Senenin birliğine temsilen tavla 1 tanedir.
Oyunun 4 köşesi 4 mevsimi,
İçindeki karşılıklı 6 hane ise 12 ayı temsil eder.
Ayrıca tavlanın iki farklı renge sahip 15 pulu bir aydaki 15 gece ve 15 gündüzü,
Karşılıklı 12 hane de günün 24 saatini simgeliyor.
Tüm bu detaylar, tavlanın ne kadar ince düşünülmüş ve tasarlanmış bir oyun olduğunu bizlere gösteriyor.
Kraliçenin strateji oyunu
Tarih boyunca çok sayıda medeniyetin yolu tavla ile kesişti.
Romalılar, 480 ile 1000 yılları arasında “12 yollu oyun” adını verdikleri, tavlanın bir başka versiyonu olan oldukça popüler bir oyun oynarken, tavla uzun bir süre boyunca Japonya'da illegal olarak oynandı.
İngilizler ise Haçlı Seferleri neticesinde tavla ile tanıştı ve 15. yüzyıldan itibaren satranca nazaran bu oyunu tercih etmeye başladılar.
Hatta ülkede Kraliçe I. Elizabeth'in tahta çıkışına kadar illegal olan tavlanın, kraliçenin geliştirdiği stratejilerde çok etkili olduğu söylenir.
Osmanlı’dan gelen bir gelenek
Tavla, Birinci Dünya Savaşı döneminde popülaritesini kaybetse de 1970’lerle birlikte tekrar ilgi gören oyunlardan biri haline geldi.
Oyun, Osmanlı Devleti’nde ise 1400’lü yıllardan itibaren yaygınlaşmaya başladı.
Özellikle oyunun Osmanlı’nın yükseliş döneminde çok değerli hale gelmesi, ülkemizdeki tavla geleneğinin ilk adımları oldu.
Bugün hala Türkiye’deki usta tavla oyuncuları, bir gelenek şeklinde oyunun Farsçadan Türkçe’ye geçen isimlerini kullanırlar:
Yek (1), Dü (2), Se (3), Cehar (4), Penç (5), Şeş (6).