TED AMCA
Amerika'da bir ilkokulda öğretmen çocuklara evde ders alınabilecek bir hikâye
Yaratmalarını, ertesi gün sınıfta okuyacaklarını söylemiş.
Ertesi gün çocuklar hikâyelerini anlatmaya başlamış.
İlk sırada küçük Suzi varmış.
Başlamış anlatmaya:
-“Bizim çiftliğimiz var. Bir gün babamla yumurtaları topladık, bir sepete koyduk. Arabayla giderken bir tümsekten geçtik, sepet devrildi ve yumurtaların hepsi kırıldı.”
Öğretmen:
-“Güzel. Peki, bu hikâyeden alınacak ders nedir?”
-“Bütün yumurtaları ayni sepete koyma.”
-“Aferin çok güzel. Lily sıra sende.”
Küçük Lily tahtaya kalkmış ve anlatmaya başlamış:
-“Bizim de bir çiftliğimiz var. Babam yumurtalardan civciv çıkması için onları kuluçka makinesine koyar, geçen hafta 12 yumurta koydu. 12 civcivi olacağını sanıyordu, ama sadece 8’inden civciv çıktı.”
-“Eveeet. Peki, buradan alınacak ders nedir?”
-“Tavuktan çıkmamış yumurtaları sayma.”
-“Aferin bu da çok güzel. Billy, sıra sende…”
Küçük Billy tahtaya kalkmış ve anlatmaya başlamış:
-“Amcam Ted Vietnam Savaşına katılmıştı. Bir gün helikopterle bir göreve giderken helikopter vurulmuş. Ted Amcam helikopter düşmeden elinde bir makineli tüfek, bir kasatura ve bir şişe bira ile atlamayı başarmış. Paraşütüyle yere inerken yolda birayı İçip bitirmiş. İnince mermisi bitene kadar makineli tüfeğiyle 70 kişiyi haklamış. Sonra kasatura kırılana dek onunla 20 kişiyi halletmiş. Sonra da son 10 kişiyi de silahsız bitirmiş.”
-“Böyle korkunç bir hikâyeden alınacak ne ders olabilir?”
-“İçerken Ted Amcama bulaşmayın...”
ALIŞTIRA ALIŞTIRA
İstanbul’da üniversitede okuyan genç kız Ankara'daki babasına telefon etmiş:
-"Baba, merhaba. Ben Lale."
-"Oto. Güzel kızım benim. N'abersin bakalım?"
-"Hiç sorma babacığım. Hiç keyfim yok valla..."
-"Hayırdır? Bi sorun mu var?”
Kız ağlamaya baslar; babası ise üzüntü ve meraktan kafayı yemektedir:
-"N'ooldu kızım? Anlatsana..."
-"Murat evi terk etti. Boşanmak istiyormuş..."
-"Ne evi lan? Ne boşanması? Sen ne zaman evlendin de boşanıyorsun?"
-"Hani senin hiç hoşlanmadığın esrarkeş çocuk vardı ya. Ben onunla evlendim."
-"İyi halt ettin, zilli. Neyse, artık yapacak bir şey yok. Versin mahkemeye, hemen boşanın..."
-"Boşanalım ama benden 100 bin istiyor. Eğer vermezsem, iyi zamanlarımızda çektiği çıplak fotoğraflarımı İnternetten herkese yollayacakmış."
-"Püüh. Rezil... Çıplak fotoğraf çektirdin, öyle mi?"
-"Ama babacığım. O benim kocamdı. Ne biliyim böyle bir adilik yapacağını."
-"Peki. Olan olmuş artık. Yarın havale ederim parayı... Öğleden sonra bankaya gidip çekersin; sonra da alıp yakarsın o kahrolası fotoğrafları..."
-"Sağ ol baba. Eeee. Şey... Bir de kürtaj için 2 milyara ihtiyacım var..."
Adam artık iyice fenalaşır. Boğuk bir sesle konuşur:
-"Kürtaj mi? bir de hamile mi kaldın o çocuktan sen?"
-"Aslında ondan değil... Zenci bir çocuk vardı... Zaten o yüzden ayrılıyoruz ya."
Adam bayılmak üzeredir. Nabzı yükselir, tansiyonu düşer, artık inleyerek konuşmaktadır:
-"Biz seni oraya okumaya yollamıştık. Sen ne haltlar çevirmişsin. Allah’ım. Nedir bu başımıza gelenler... Okulu bitirir bitirmez Ankara'ya dönüyorsun, yoksa kırarım bacaklarını..."
-"İstersen hemen dönebilirim babacığım. Ben geçen yıl okuldan atıldım çünkü..."
Adam masanın üzerindeki soğuk su dolu sürahiyi başından aşağıya devirir ve ancak bu şekilde konuşmasını sürdürebilir:
-"Okuldan mı atıldın? Hani birlikte avukatlık yapacaktık, zilli? Eh ulan? Sen hele bir gel buraya. Ben sana yapacağımı bilirim. Evden dışarıya adim attırmaysam sana. İlk isteyenle de evlendireceğim."
-"O iş zor be baba. Biliyorsun, moda oldu, artık evlenmeden önce eşler birbirlerinden sağlık raporu istiyorlar... Pekiyi bir rapor sunacağımı zannetmiyorum ben..."
-"Allah’ım, çıldıracağım... Bir de cinsel hastalıklar haaa. Kesin o zencidendir..."
-"Çok pis arkadaşları vardı. Bilmem artık hangisinden kapmışımdır..."
Güm diye bir ses duyulur.
Adam kısa bir süre için kendinden geçmiştir; ancak hemen kendisini toparlayıp tekrar telefonu alır.
-"Hemen bu aksam dayını yolluyorum oraya. Seni alıp gelecek. Adresini ver bakiyim..."
-"Mahmutpaşa Karakolu’ndayım... Gelirken kefalet için de biraz para getirsin yanında..."
-"Karakol mu? Bir de karakola mi düştün layyynnn? Ne yaptın?"
-"Dün kafam çok bozuktu, çok içmişim. Araba kiralayıp dolaşmaya çıktım. O kafayla Arnavutköy'de kokoreççi dükkânına girdim. Ama neyse ki kimse ölmedi. Dükkân sahibiyle kiralık araba firmasına biraz para vermek gerekir sanırım..."
Adam artık iyice fenalaşmıştır.
Hatta fenalaşmak ne kelime; adeta kahrolmuştur.
Telefonda kısa bir sessizlik olur.
Kız tekrar konuşmaya baslar:
-"Babacığım. Sakın üzülme. Bütün bunlar bir şakaydı. Ben sadece sınıfta kaldığımı söylemek için aramıştım...
Bunun üzerine adam sevinçle ve mutlulukla haykırır:
-"Canın sağolsun be güzelim, boşveeerrr. Okul da neymiş? Hiç mühim değil, tatlı canın sağolsun senin."
GÜVEN
Adamın biri gazetedeki iş ilanı üzerine gelmiş ve sırası gelince görüşmeye girmiş.
İş ilanında üniversite mezunu, iyi Fransızca konuşan, pazarlama konusunda tecrübeli bir yönetici arandığı yazıyormuş.
-“Hoş geldiniz, hemen başlayalım. Hangi üniversite mezunusunuz?”
-“Üniversite mezunu değilim.”
-“Öyle mi? O zaman yabancı dilinize güveniyor olmalısınız.”
-“Yabancı dil bilmem.”
-“Demek bilmiyorsunuz. O zaman tecrübenize güvenerek geldiniz.”
-“Pazarlama konusundan anlamam.”
-“O zaman niye geldiniz canım kardeşim?”
-“Bu işte bana güvenmeyin. Onu demeye geldim.”
İYİ ETMİŞSİN
Temel, Dursun'a arabasının öyküsünü anlatıyordu:
-“Bir gün otostop yapıyordum ki önümde, bu arabayla, mini etekli güzel bir bayan durdu ve beni arabasına aldı. Bir süre gittikten sonra kadın arabayı kuytu bir köseye çekti. Mini eteğini iyice yukarı çekip, dudaklarını ıslattı ve ‘Benden ne istersen alabilirsin’ dedi, ben de arabasını aldım."
Dursun:
-“Ne iyi etmişsin Temel, zaten mini etek sana hiç yakışmazdı!”
BANA NE?
Temel ile Dursun bir gün uçakla İstanbul’a gidiyorlarmış.
Derken birden uçak düşmeye başlamış.
Millette bir telaş bir telaş.
Dursun da aynı şekilde telaştan ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette Temel’e bakmış, Temel cam kenarında öylece durmuş dışarıyı seyrediyor, keyfi yerinde.
Onu bu durumdan uyarmak istemiş;
-“Ula Temel uçak düşiy, anlamadun mu?” diye seslenmiş telaşla.
Temel istifini hiç bozmadan cevaplamış;
-“Amaaan düşerse düşsün, babanın malı mi?
ENAYİ!
Arabasını park edip lokantaya giren adam, çıktığında arabasını akordeona dönmüş bir halde bulur.
Cam sileceğinin altında bir kâğıt vardır. Kâğıdı açtığında, şu satırlarla karşılaşır:
-“Ön vitesle geri vitesi karıştırıp arabanıza sert bir şekilde çarptım. Arabanızda gördüğünüz gibi çok büyük hasar var. Olayı gören kimseler de şu an, ben bu satırları yazarken çevremde toplanmış bulunuyorlar ve bu kâğıda adımı ve adresimi yazdığımı sanıyorlar. Ne halin varsa gör, o kadar enayi değilim!”
PATATES
FBI gizli ajan eksikliğini giderebilmek için ajan seçmeleri yapmaya karar vermiş.
Ve her gün üçer kişi çağırıp aralarından birini ajan olarak himayelerine alıyorlarmış.
Seçimlerin 3. günü Temel' de katılmış.
Yanında da bir İngiliz ve bir Amerikalı varmış.
Bunlardan ilk olarak kamuflaj olmalarını istemişler.
İçinde sadece bir çuvalın bulundu boş bir odaya sokmuşlar ve burada gizlenmelerini söylemişler.
İlk önce İngiliz girmiş.
5 dk. sonra odaya giren bir yetkili gitmiş içinde İngiliz’in saklandığı çuvala tekme atmaya başlamış.
Hemen çuvalın içinden bir ses gelmiş: “Miyaw, miyaw…"
İngiliz’e ilk testi başarıyla geçtiğini söyleyip Amerikalıyı odaya koymuşlar.
Amerikalı da aynı çuvala saklanmış.
Biraz sonra yine odaya giren yetkili gitmiş ve çuvala bir tekme atmış.
Çuvalın içinden: "Hav, hav." diye bir ses gelmiş.
Amerikalıyı da tebrik edip Temel'i odaya sokmuşlar.
5 dk. sonra odaya giren aynı görevli gitmiş çuvala bir tekme atmış.
Ama hiçbir ses gelmemiş.
Bir daha atmış yine tık yok.
Bir daha, bir daha derken en sonunda çuvaldan cılız bir ses yükselmiş: “Patateeeeesss"
OTURUN
Alican çok terbiyesiz bir çocukmuş. Bir gün annesinin misafirleri konken oynamaya geleceklermiş.
Oğlunun yanlış hareketlerde bulunacağından korkan annesi misafirlere “Alican terbiyesiz bir laf ederse kalkıp gidiyormuş gibi yapın belki utanır da bir daha yapmaz” diye tembihlemiş.
Misafirler “Tamam anlaşıldı” diyerek oyuna oturmuşlar.
Kısa bir süre sonra Alican içeri telaşla girmiş;
“Anne! Anne! Limana bir gemi yanaştı içinde bir sürü abaza denizci var, etrafta kadın aramaya başladılar” demiş.
Bunun üzerine kadınlar söz verdikleri üzere ayağa kalkıp gidermiş gibi yapmışlar.
Alican hemen ortaya atılıp onları durdurmaya çalışırken;
“Acele etmeyin oturun oturun, daha bir hafta buradalarmış.”
ALİ
Ali isminde bir adam olum döşeğinde karısına şöyle bir vasiyette bulunur:
-“Karıcığım, ben ölmek üzereyim. Tanrı’ya dua ettim, ‘Eğer karım ben öldükten sonra bir erkekle yatarsa ahirette kendi etrafımda bir kez döneceğim’ dedim. Eğer benim öbür dünyada rahat etmemi istiyorsan lütfen benden sonra hiç bir erkekle yatma olur mu?”
Kadın:
-“Kocacığım o nasıl söz, tabii ki sana öldükten sonra da sadık kalacağım” diye söz verir.
Ve kocası Ali, kısa bir süre sonra ölür.
Yıllar sonra kadın da ölür ve öbür dünyaya giderek kocasını aramaya başlar.
Kapıdaki görevliye sorar:
-“Kocamı arıyorum ismi Ali…”
Görevli:
-“Hangi Ali Hanımefendi? Burada milyonlarca Ali var.”
Kadın:
-“Arasıra kendi etrafında dönen birisidir mutlaka.”
Görevli:
-“Ha, sen topaç Ali’yi arıyorsun… Az ileride.”
BUZDOLABI
Başmelek bakmış ki her gelen Cennete giriyor ve de artık kapasitesi dolmak üzere, meleklerini yanına çağırıp, “Cennete girmeye hak kazananların ölüm hikâyelerini dinleyin mantıklı ve hâkli bulduklarınızı içeri alın, gerisini de gönderin” demiş.
Cennetin kapısı ilk çalışta melekler karşılarında bir adam görmüşler.
“Anlat bakalım hikâyen nedir?” diye sormuşlar.
Adam “Ben Amerika da bir apartmanın 25. katında oturuyorum” diyerek başlamış hikâyesini anlatmaya, “Bir gün eve geldiğimde karımı çırılçıplak yatakta gördüm ve beni aldattığını düşünerek hemen ortalığı aramaya başladım. Karım da bir yandan arkamdan ‘Yapma ne olur!’ diye yalvarmaktaydı. Ben ise o kadar aramama rağmen hiçbir yerde adam bulamadım. Sonunda gözüm balkon demirine takıldı, orada bir adamın demirlere tutunarak aşağı sarktığını gördüm. Hemen koşup parmaklarını ittiriverdim, adam aşağı düştü, dallara falan çarptı sırtüstü yere yapıştı fakat ölmedi. Ben de mutfaktaki buzdolabını adamın üstüne attım ve adam öldü. O sırada sevincimden kalp krizi geçirip öldüm…” demiş.
Melekler bunun üzerine “Geç bakalım içeriye” demişler.
Daha sonra Cennetin kapısını bir adam çalmış.
Adama “Anlat bakalım hikâyen nedir?” diye sorulunca, başlamış anlatmaya;
-“Ben Amerika da bir apartmanın 26. katında oturuyorum” diyerek devam etmiş, “Balkona çıkıp hava alıyordum ki dengemi kaybedip aşağı düştüm. Tam bu anda 25. katın parmaklıklarını yakalayabildim. Fakat manyağın biri önce beni aşağı attı, sonra da üzerime buzdolabı fırlattı. Ben oracıkta öldüm.” demiş.
Melekler “Bu adam da masum” diyerek
“Geç bakalım içeriye” demişler.
Cennetin kapısı üçüncü kere çaldığında içeri bir zenci girmiş.
Melekler sormuşlar, “Anlat bakalım!”
Zenci başlamış anlatmaya;
“Ben bir evde kadının kocası tarafından basıldım. Hemen buzdolabına kaçtım. Gerisi malum…”
PİŞMANMIŞ
İki arkadaş hem içiyor, hem de eşlerinden yakınıyorlardı;
-"Ben, evliliğimizin ilk senelerinde işten eve dönünce karımı kucaklar, nefesi kesilene kadar kollarımda sıkardım."
Diğeri içini çekerek sordu
-"Ya şimdi?"
-“Şimdi mi? Daha fazla sıkmadığım için pişmanım!..”