28 yıl önce, 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda, Genel Kurmay Başkanlığı tarafından “İrtica ile mücadele” amacıyla on sekiz maddelik bir bildiri hazırlanarak kabul edildi.

Bu bildiri ile “28 Şubat Süreci” başlamış oldu.

Anayasal olarak tavsiye kararları niteliğinde olan Milli Güvenlik Kurulu

Kararları, 28 Şubat 1997 tarihinde bir tavsiye olmanın çok ötesinde, adeta emir verir bir tarzda kaleme alınmıştı.

Neydi bu kararlar?

1- Anayasamızda Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

2- Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığı'na devri sağlanmalıdır.

3- Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:

a- 8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.

b-Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

4- Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılâplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.

5- Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı'nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.

6- Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.

7- İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK'yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.

8- İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK'dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkân verilmemelidir.

9- TSK'ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.

10- Bu maddenin tam metni Türkiye'nin uluslararası ilişkileri hakkındadır.

11- Aşırı dinci kesimin Türkiye'de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.

12- T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasa’sına aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.

13- Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye'yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.

14- Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.

15- Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.

16- Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.

17- Ülke sorunlarının çözümünü "Millet kavramı yerine ümmet kavramı" bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.

18- Büyük Kurtarıcı Atatürk'e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.

Bu kararlara karşı bir müddet direnen Başbakan Necmettin Erbakan, herhangi bir icraatta bulunamayacağını anlayınca, “Dönüşümlü Başbakanlık” formülünün de gereği olarak istifasını Cumhurbaşkanı Demirel’e sundu.

Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi milletvekilleri, de bir deklarasyon yayınlayarak, Tansu Çiller’in başbakanlığını desteklediklerini kamuoyuna ilan ettiler.

Ancak, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurma görevini Çiller’e vermeyerek, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ı hükümeti kurmakla görevlendirdi.

Tansu Çiller, bu dönemde Refah Partisi ile koalisyon kurarak, suçlu durumuna düşmüş ve böylece bu dönemin istenmeyenleri arasında yer almıştı.

Aradan uzun süre ile birkaç koalisyon ve azınlık hükümetlerinin peşinden ANASOL-M hükümeti kurulmuştu.

Başbakanlığını Bülent Ecevit’in yaptığı hükümetin tek gündemi başbakanın hastalığıydı.

Bakanlar Kurulu aylar geçtiği halde toplanamıyordu.

Böyle bir ortamda ortaklardan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ani bir kararıyla, erken seçim için düğmeye basıldı.

Bu arada Siirt’te okuduğu bir şiir nedeniyle hapis cezasına çarptırılan İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Recep Tayip Erdoğan, Fazilet Partisinin kapatılmasından sonra arkadaşları Abdullah Gül ve Bülent Arınç ile birlikte hareket ederek “Milli Görüş gömleğini” çıkardıklarını söyleyerek bu ekip ile yollarını ayırmışlar ve yeni bir partinin kurulması çalışmalarına başlamışlardı.

Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) böyle bir ortamda kuruldu.

AK Parti, genç ve dinamik bir görüntü vermesiyle birlikte, halk katmanlarının anlayacağı söylem ve yeni yüzleri ile bir umut olarak görünmeye başladı.

Recep Tayip Erdoğan’ın geçirdiği hapis dönemi kendisine yaramış, daha çok ekonomi ağırlıklı söylemleri ve ikna edici duruşları ile AK Parti’nin yelkenleri şişmeye başlamıştı.

Bu seçim sonuçları, belki de çok partili siyasi hayata geçişten sonra, alınan en enteresan seçim sonuçları olmuştu.

AK Parti, bu seçimde rakiplerinin zaafından kaynaklanan ve kendisinden yana olan konjuktürü çok iyi değerlendirdi ve %34,4 oy alarak tek başına iktidara geldi.

Bugüne kadar, bu kadar düşük bir oy oranı ile en fazla milletvekili çıkaran ilk parti olarak, 363 milletvekilini meclise taşımayı başardı.

Bu meclisin bir başka özelliği ise, en düşük temsil oranına sahip meclis olmasıydı.

Halkın iradesini ancak %53 kadarı meclise yansıyabildi.

%47 oy oranına sahip diğer partiler ise, %10’luk ülke barajını aşamadıkları için meclis dışında kaldılar.

3 Kasım 2002 seçimlerinin en trajik sonucunu DYP aldı.

%9.6’lık oy oranı ile baraj altı kalan DYP, böylece barajla uğraşan bir parti konumuna düşerek, halktan çok ciddi bir ikaz aldı.

Tabi, bu ikazın ne kadar dinlenip dinlenmediği, bir sonraki seçimde belli olacaktı.

1999 seçimlerinin birinci partisi olan DSP, bu seçimlerde adeta silindi ve %1 civarında bir oy alabildi.

ANASOL-M hükümetinin ikinci ortağı MHP, ise oylarının yarısından fazlasını kaybederek, ancak %8,2’lik bir orana ulaşabildi.

Üçüncü ortak ANAP ise, oylarının üçte ikilik bir kısmını kaybederek ancak %5 kadar bir destek görebildi.

Bu sonuçlar, halk tarafından 28 Şubat uygulamalarına verilmiş çok açık bir “Reddiye” olarak kabul eildi.

2002 yılının Kasım ayı ile başlayan yeni dönemde, mesajlarla yüklü seçim sonuçları partiler tarafından nasıl bir değerlendirmeye tabi olacak ve ne gibi dersler çıkarılacaktı?

Devlet Bahçeli, bu sonuçlar üzerine MHP Genel Başkalığından ayrılmışsa da, sonraki günlerde yapılan teklifler üzerine yeniden Genel Başkanlığa döndü.

ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, aktif siyasetten çekildiğini açıkladı.

Tansu Çiller ise, bu sonuçlar üzerine, hem DYP Genel Başkanlığından, hem de aktif siyasetten çekilme kararı aldı.

28 Şubat Post Modern darbesi, kaderin garip bir cilvesi olarak, bu sürecin mimarlarının düşündüğünün tam aksine, Türkiye’de yepyeni bir siyasi yapılanmaya zemin hazırladı.

DYP ve ANAP, daha sonra girdikleri seçimlerde tamamen silindiler.

Bazı siyasetçiler tarafından “Merkez Sağ” olarak isimlendirilen zemin, bütünüyle AK Parti tarafından doldurulmaya başlandı.

Recep Tayyip Erdoğan ise, girdiği her seçimde oyunu ve milletin teveccühünü biraz daha artırarak Türkiye siyasetindeki yerini ve liderlik kariyerini, hiç tartışmasız bir şekilde pekiştirdi ve herkese kabul ettirdi.

Toplam 23 sene olmak üzere ülkede; Önce Başbakanlık görevini sürdürdü.

Yapılan referandum ile yönetim sistemin değişmesiyle seçilen Erdoğan, halen Cumhurbaşkanı olarak görevini sürdürüyor…

MGK ÜYELERİNE NE OLDU?

19 Ağustos 2021'de Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinin bu sanıklar hakkında müebbet hapis cezası kararı vermesinin ardından sanıklar hakkında savcılık tarafından yakalama kararı çıkarıldı.

Çetin Doğan, Bodrum'da ilgili makamlara teslim olurken Çevik Bir Milas'ta, Hakkı Kılınç Manavgat'ta, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri ve Yıldırım Türker de Ankara'da polis ekiplerince gözaltına alındı.

Sanıklar sağlık kontrollerinin ardından çeşitli cezaevlerine sevk edildi.

Yakalanan sanıklar İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildi.

Gözaltına alınan emekli askerlerinin rütbelerinin sökülmesi için aynı tarihte Genelkurmay Başkanlığına da yazı gönderildi.

9 Eylül 2021'de Personel Başkanlığı davada hüküm giyen 13 emekli generalin (Çevik Bir, Çetin Doğan, Fevzi Türkeri, Ahmet Çörekçi, İlhan Kılıç, Çetin Saner, Yıldırım Türker, Vural Avar, Aydan Erol, Erol Özkasnak, Cevat Temel Özkaynak, Kenan Deniz ve İdris Koralp) rütbelerinin sökülmesine ilişkin idari işlemin, sanıklar hakkındaki mahkûmiyet kararına istinaden yapıldığını bildirdi.

22 Kasım 2021'de Yargıtay’ın 9 Temmuz'da verdiği bozma kararının üstüne, 16 sanığın yeniden yargılamasına başlandı.

Lehe bozma kararı verilen sanıklar Erdoğan Öznal, Kemal Gürüz, Bülent Alpkaya ve Muhittin Erdal Şenel, Yargıtay kararının gerekçesine katılmadıklarını ancak lehteki bozma kararına uyulmasını talep ederek beraat edilmelerini istedi.

İbrahim Selman Yazıcı, İzzettin İyigün, Altaç Atılan, Ersin Yılmaz, Kamuran Orhon, Köksal Karabay, Metin Yaşar Yükselen, Orhan Yöney, Refik Zeytinci, Şevket Turan, Şükrü Sarıışık ve Yücel Özsır mahkemenin, Yargıtay tarafından bozulan zaman aşımı kararında ısrarcı olması talebinde bulundu.

Sanıkların beyanlarının ardından ara kararını açıklayan mahkeme duruşmayı 24 Ocak 2022 tarihine erteledi.

Sağlık sorunları sebebiyle hükmü kesinleşmiş sanıklardan Çevik Bir, 1 Ağustos 2022'de, Aydan Erol, 1 Kasım 2022'de, Çetin Saner, 9 Kasım 2022'de, Hakkı Kılınç, 17 Şubat 2023'te tahliye edildi.

Cezası onaylanan emekli Hava Korgeneral Vural Avar, 19 Aralık 2022'de 85 yaşında iken Sincan Cezaevinde hayatını kaybetti.

26 Ocak 2023'te İlhan Kılıç ve Kenan Deniz'in; 3 Mart 2023'te Hakkı Kılınç, Ahmet Çörekçi ve İdris Koralp'in kalan cezası, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 104. maddesinin 16. fıkrasından kaynaklanan yetkiye dayanılarak kocama sebebiyle kaldırıldı.

17 Mayıs 2024 tarihinde Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, Aydan Erol, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Çetin Doğan ve Çevik Bir'in kalan hapis cezaları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kararıyla kaldırıldı.