LÜTFEN ÖLME!

Ali, rüyasında sayıklamaya başlar.

O sırada babası sayıklamalarını dinler:

-“Lütfen babaanne ölme, lütfen!”

Baba şaşırır ve kendi kendine “Hayırdır inşallah” der ve yatar.

Ertesi gün babaanne ölür.

Baba tesadüf olduğunu düşünür.

Aynı gün yine sayıklar:

-“Dede lütfen ölme, lütfen!”

Baba “Hayırdır inşallah” der ve yatar.

Ertesi gün dede ölür.

Baba hayret eder.

Aynı gün çocuk yine sayıklar:

-“Babacığım lütfen ölme, sana ihtiyacım var lütfen!”

Bunun üzerine babayı korku salar.

O gece uyuyamaz.

Ertesi gün olmuştur.

Kahvaltı yaparlarken anne telefonu kapattıktan sonra ağlayarak der ki;

-“Biliyor musun bey, bizim apartmanın kapıcısı ölmüş.”

BANA NE?

Temel ile Dursun bir gün uçakla İstanbul’a gidiyorlarmış.

Derken birden uçak düşmeye başlamış.

Millette bir telaş bir telaş!

Dursun da aynı şekilde telaştan ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette Temel’e bakmış, Temel cam kenarında öylece durmuş dışarıyı seyrediyor, keyfi yerinde.

"Ula Temel uçak düşiy, anlamadun mu?"diye seslenmiş telaşla.

Temel istifini hiç bozmadan;

"Amaaan düşerse düşsün, babanın mali mi?"

BAKAN KARISI

Bakanlardan birinin ölmesiyle başka bir milletvekili onun süresini doldurmak üzere seçilmişti.

Adam hemen karısına telefon ederek, bu haberi vermek istedi:

-“Bir bakan karısı olmak ister miydin?” diye sordu.

Karısı biraz düşündü sonra:

-“Hangisinin?”

ENAYİ!

Arabasını park edip lokantaya giren adam, çıktığında arabasını akordeona dönmüş bir halde bulur.

Cam sileceğinin altında bir kâğıt vardır. Kâğıdı açtığında, şu satırlarla karşılaşır:

-"Ön vitesle geri vitesi karıştırıp arabanıza sert bir şekilde çarptım. Arabanızda gördüğünüz gibi çok büyük hasar var. Olayı gören kimseler de şu an, ben bu satırları yazarken çevremde toplanmış bulunuyorlar ve bu kâğıda adımı ve adresimi yazdığımı sanıyorlar. Ne halin varsa gör, o kadar enayi değilim!"

OTURUN

Alican çok terbiyesiz bir çocukmuş. Bir gün annesinin misafirleri konken oynamaya geleceklermiş.

Oğlunun yanlış hareketlerde bulunacağından korkan annesi misafirlere “Alican terbiyesiz bir laf ederse kalkıp gidiyormuş gibi yapın belki utanır da bir daha yapmaz” diye tembihlemiş.

Misafirler “Tamam anlaşıldı” diyerek oyuna oturmuşlar.

Kısa bir süre sonra Alican içeri telaşla girmiş;

“Anne! Anne! Limana bir gemi yanaştı içinde bir sürü abaza denizci var, etrafta kadın aramaya başladılar” demiş.

Bunun üzerine kadınlar söz verdikleri üzere ayağa kalkıp gidermiş gibi yapmışlar.

Alican hemen ortaya atılıp onları durdurmaya çalışırken;

“Acele etmeyin oturun oturun, daha bir hafta buradalarmış.”

ALİ

Ali isminde bir adam olum döşeğinde karısına şöyle bir vasiyette bulunur:

-“Karıcığım, ben ölmek üzereyim. Tanrı’ya dua ettim, ‘Eğer karım ben öldükten sonra bir erkekle yatarsa ahrette kendi etrafımda bir kez döneceğim’ dedim. Eğer benim öbür dünyada rahat etmemi istiyorsan lütfen benden sonra hiç bir erkekle yatma olur mu?”

Kadın:

-“Kocacığım o nasıl söz, tabii ki sana öldükten sonra da sadık kalacağım” diye söz verir.

Ve kocası Ali, kısa bir süre sonra ölür.

Yıllar sonra kadın da ölür ve öbür dünyaya giderek kocasını aramaya başlar.

Kapıdaki görevliye sorar:

-“Kocamı arıyorum ismi Ali…”

Görevli:

-“Hangi Ali Hanımefendi? Burada milyonlarca Ali var.”

Kadın:

-“Arasıra kendi etrafında dönen birisidir mutlaka.”

Görevli:

-“Ha, sen topaç Ali’yi arıyorsun, az ileride.”

AMELİYAT YERİ

İki sevgili bir ağacın gölgesinde otururlar.

Delikanlının tatlı sözleri arasında bir ara kız sevgilisinin kulağına fısıldar:

-“Sevgilim sana apandist ameliyatı olduğum yeri göstereyim mi?”

Delikanlının gözleri parlar.

-“Göster canım, göster.”

Kız eliyle uzaktaki bir binayı göstererek:

-“Bak şu ilerde görünen sarı bina var ya, onun üçüncü katı...”

ARTI İŞARETİ

Musevi ailesinin en büyük derdi 10 yaşlarındaki çocuklarının matematikten sürekli “0” getirmesiymiş.

Sıkıştırmışlar olmamış, ders aldırmışlar olmamış.

Son çare, bir Katolik okuluna kaydettirmişler. Çocuk bir süre sonra matematik notunu düzeltmiş, sürekli 10 getirmeye başlamış.

Peki, ne olmuştu da bu çocuk böyle 180 derece dönüş yapmıştı?

Çocuk ısrarlı sorulara önce yanıt vermek istememiş. Sonunda bir gün gerçeği itiraf etmiş:

-“Okula girdiğim gün adamın birini ‘+’ işareti üzerine çivilediklerini gördüm. O zaman bu işin ciddiyetini anladım...”

BİR SAYI TUT!

Benzin istasyonunun önünde bir afiş varmış ve üzerinde: “Depoyu dolduran sayıyı bilirse bedava seks kazanıyor.”

İki kafadar benzinciye “Doldur depoyu” demişler ve sonra bedava seks için sayı bilme oyununa talip olmuşlar...

Benzinci sormuş:

-“Kafamdan bir sayı tuttum, bilirseniz bedava seks kazanacaksınız…”

“Üç” demiş bir tanesi...

Benzinci, “Bilemediniz, ben beş tutmuştum.” demiş ve bunları “Kazanamadınız” diyerek yollamış.

Aradan geçen bir zaman sonra bizim iki kafadar yine gelmişler ve yine depoyu doldurtmuşlar ve yine sayı bilmece oyunu oynamak istemişler.

Bizimkiler “Yedi” demişler.

Benzinci “Olmadı, ben altı tutmuştum.” demiş ve yine yollamış bunları.

Üç gün sora yine depoyu “Fullemişler” yine oyun!

“İki” demişler.

Benzinci “Bir tutmuştum” diyerek, “yine kazanamadınız” demiş.

Gençlerden biri arkadaşına dönüp sormuş:

-“Yahu bu bizi kandırıyor galiba, hep başka rakam söylüyor... Hile yapmasın sakın!”

Diğeri gayet rahatlıkla cevaplamış:

-“Yok canım öyle olsa benim kız kardeşim arka arkaya iki kere kazanmazdı.”

BEŞ KİŞİLİK

Temel tabanca almak için silahçı dükkânına girer ve sorar:

-“Bana bir tabanca lazım.”

Adam sorar:

-“Peki, nasıl bir şey istersin?”

Temel:

-“5 kişilik olsun, yeter!”

BİLMECE

Temel Cemal’e bir bilmece sorar.

-“Dalda durur, saridur, öter.”

-“Kanaryadur.”

-“Pilmedun, hamsidur.”

-“Sarı hamsi olur mu?”

-“Poyadum oni.”

-“Dalda durur dedun?”

-“Pen koydum oni oraya.”

-“Peki, Hamsi hiç öter mi?”

-“O da bilmecenun şaşirtmacasidur.”

BİR DAKİKA

Temel havayolu şirketine telefon etmiş ve “Amerika’ya kaç saatte gidilir acaba?

Görevli önündeki bilgisayardan bakmak için “Bir dakika” demiş.

Temel “Teşekkür ederim” diyerek kapatmış.

BORÇ

Yargıç Temel’e sormuş:

“Davacıya borcunu bir türlü ödemiyorsun neden?”

Temel boynunu bükerek cevaplamış:

“Vereceğim vermesine de ‘Bana üç ay mühlet ver’ diyorum vermiyor, üç yıldır beni oyalıyor hakim bey!”

BUZDOLABI

Başmelek bakmış ki her gelen Cennete giriyor ve de artık kapasitesi dolmak üzere, meleklerini yanına çağırıp, “Cennete girmeye hak kazananların ölüm hikâyelerini dinleyin mantıklı ve hâkli bulduklarınızı içeri alın, gerisini de gönderin” demiş.

Cennetin kapısı ilk çalışta melekler karşılarında bir adam görmüşler.

“Anlat bakalım hikâyen nedir?” diye sormuşlar.

Adam “Ben Amerika da bir apartmanın 25.katında oturuyorum” diyerek başlamış hikâyesini anlatmaya, “Bir gün eve geldiğimde karımı çırılçıplak yatakta gördüm ve beni aldattığını düşünerek hemen ortalığı aramaya başladım. Karım da bir yandan arkamdan ‘Yapma ne olur!’ diye yalvarmaktaydı. Ben ise o kadar aramama rağmen hiçbir yerde adam bulamadım. Sonunda gözüm balkon demirine takıldı, orada bir adamın demirlere tutunarak aşağı sarktığını gördüm. Hemen koşup parmaklarını ittiriverdim, adam aşağı düştü, dallara falan çarptı sırtüstü yere yapıştı fakat ölmedi. Ben de mutfaktaki buzdolabını adamın üstüne attım ve adam öldü. O sırada sevincimden kalp krizi geçirip öldüm…” demiş.

Melekler bunun üzerine “Geç bakalım içeriye” demişler.

Daha sonra Cennetin kapısını bir adam çalmış.

Adama “Anlat bakalım hikâyen nedir?” diye sorulunca, başlamış anlatmaya;

-“Ben Amerika da bir apartmanın 26. katında oturuyorum” diyerek devam etmiş, “Balkona çıkıp hava alıyordum ki dengemi kaybedip aşağı düştüm. Tam bu anda 25. katın parmaklıklarını yakalayabildim. Fakat manyağın biri önce beni aşağı attı, sonra da üzerime buzdolabı fırlattı. Ben oracıkta öldüm.” demiş.

Melekler “Bu adam da masum” diyerek

“Geç bakalım içeriye” demişler.

Cennetin kapısı üçüncü kere çaldığında içeri bir zenci girmiş.

Melekler sormuşlar, “Anlat bakalım!”

Zenci başlamış anlatmaya;

“Ben bir evde kadının kocası tarafından basıldım. Hemen buzdolabına kaçtım. Gerisi malum…”

HEVES MESELESİ

Madam Hayganuş’un kocası Agop ölmüş.

Hayganuş çok üzgün tabi.

Sevgili kocasının mezarının başında oturmuş bağıra bağıra ağıt yakıyor.

Komşuları, arkadaşları da elleri önlerinde bu dramatik anı saygı içerisinde sessizce dinleyip, izliyorlar.

Hayganoş’un kocası Agop’a yaktığı ağıt herkesin gözlerini yaşartıyor;

“Ah Agop Efendi ah! Sen ne güzel, ne âlim adam idin...!”

“Fransızca bilir idin...!”

“İngilizceyi, Almancayı fevkalade konuşur idin…!”

“Sen edebiyattan, fizikten, kimyadan, riyaziyeden (matematik) çok iyi anlar idin...!”

“Şiir bilem yazar idin...!”

İzleyenler suskunluk içerisinde bekliyorlar, ama ölçüyü kaçıran Hayganuş’un Agop’a yakıştırdığı övgüler bir türlü bitmek bilmiyor.

Artık biri dayanamamış ve patlamış;

“Yahu Madam Hayganuş, amma da büyüttün ha..! Agop’u hepimiz tanır idik... Rahmetli hiç de dediğin gibi bir adam değil idi. Mesela Fransızca filan bilmez idi. Ne şiiri, ne matematiği? Az biraz okuması, yazması var idi. Hepsi o kadar...”

Madam Hayganuş komşusunun bu sözlerini duyunca hemen ağlamasını kesmiş ve başını kaldırarak hıçkırarak gururlu bir sesle şöyle cevap vermiş.

“Olsun... En azından heves eder idi...