Haberlerde izledim.

16 yaşından bu yana ülkücü hareketin içinde olduğunu söyleyen, Demokrat Parti’den milletvekili olan ve şimdilerde CHP’ye geçen Cemal Enginyurt var.

Şu an Ordu Milletvekili.

Bir zamanlar dağlarda ulumasıyla haberlere konu olmuş, oldukça popüler, sosyal ve mizah yüklü bir politikacımız.

“Kırk yıllık kani, olur mu yahni” şeklinde sormuşlar kendisine “Cemal Abi komünist mi oldun?’’ diye.

Öyle ya.

Yıllarca gomonistlerle savaş yap, sonunda “Gomonist” denilen CHP’ye geç, olacak iş değil.

Herkes bu sorunun cevabını beklerken o gecikmeden cevaplayıvermiş;

“128 milyar dolar çalan komünist yok.

Beşli Çete’nin milyarlık borçlarını silen komünist yok.

6 yaşındaki kız çocuğunu evlendiren komünist yok.

Bebek katilini Meclis’e getirecek komünist de yok.

Ben de onun için komünist oldum” deyivermiş.

Soruyu soranların ne cevap vereceği merakla bekleniyormuş.

Aslında bu soru ülkedeki sağ kesimin ne hale geldiğini göstermiyor mu?

Bizim Cemal aga “Gomonist” olmasına olmuş ama sebebini söylerken de ortaya bir laf söylemiş aslında;

“Ortaya lafı godum, kim üzerine alınırsa alınsın…”

BUYURUN BURADAN YAKIN

Ülkenin en büyük sorunu geçim.

Ne emeklisi memnun, ne asgari ücretlisi!

İşsizi ise çuvalla.

Durum böyle olunca herkesin gözü yukarıdakilerin aldığı maaşta.

Vekil ne alıyor?

Bakan ne alıyor?

Bütün bunlar yetmezmiş gibi iktidar kanadı bizlerle dalga geçer gibi bir uygulamayı devreye soktu.

Neymiş bu;

Üç bin 600 eski ve yeni milletvekiline trafikte “Ceza Muafiyeti” getirilmiş.

Vekiller hangi kuralı ihlal ederse etsin, tek kuruş ceza ödemeyecek.

Sırf “Kırmızı ışıkta durmuyor” diye koskoca Cumhurbaşkanını bile eleştiren vatandaş, şimdide sayıları 3 bin 600’ü bulan mevcut milletvekili ve emeklileri ile uğraşacak.

Böylece eski vekiller;

Kırmızı ışıkta geçse,

Hatalı park da yapsa

Hız sınırını aşıp radara yakalansa da tek kuruş trafik cezası ödemeyecek.

Kısaca;

Tüm trafik kurallarını ihlal edebilecek.

Peki ya cezalar ne olacak?

Plakaya yazılan cezalar da TBMM tarafından ödenecek.

Yani biz ödeyeceğiz.

Halkın cebinden çıkacak.

Allah’ım Ya Rabbim!

Daha neler göreceğiz bu iktidar sayesinde?

Neler yaşayacağız?

Bunlar gece rüyalarında gördüğü her şeyi, yolda yürürken akıllarına geleni hayata geçiriyorlar.

Ne olur!

Şunlara azıcık akıl ihsan eyle.

Bizim dualarımızı duy Ya Rabbim.

Amin!

ŞİMDİ DE GÖKTAŞI MI?

Futbol sahası büyüklüğünde bir göktaşı dünyaya doğru yaklaşıyormuş iyi mi?

Her zamanki gibi Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından bir uyarı yapılmış.

Bu göktaşının büyüklüğünün futbol sahası boyutlarında olduğu açıklanmış.

NASA'nın bu açıklamasının ardından hemen aklımıza bir soru geliyor:

“Göktaşı dünyaya çarpacak mı?”

Diyelim “Çarpacak” dendi,

Hemen ikinci soru akla geliyor;

“Ne zaman çarpacak?”

Diyelim o da belli.

Bir üçüncü soru akla geliyor;

“Nereye düşecek?”

Ama NASA, şu ana kadar göktaşının tam olarak ne zaman ve nereye düşeceği konusunda net bir bilgi vermemiş.

Zaten başımıza gelmeyen bir uzaylı karşılaşması ve taş düşmesi kalmıştı.

Nihayetinde onlar da gelecek belli.

Bütün bunların bu iktidara denk gelmesi de ayrı bir tartışma konusu olmalı.

“Eee? Ne demek istiyorsun sen?” diye sorarsanız size şu fıkrayla cevap verebilirim.

Temel komadadır.

Yanında karısı Fadime vardır.

Temel zor-zar nemli gözlerle konuşmaya başlar:

“İlk işten kovulduğum zaman yanımdaydın.

İflas ettuğum gün oradaydun.

Vurulduğum zaman ilk gözümü açtığımda senu gördum.

Trafik kazası geçurduğumda da hep baş ucumdaydun…”

Karısı Fadime takdir edilmenin mutluluğu içinde sessizce dinliyordur.

Temel devam eder: “Şimdi komadayum, ve yine sen başucumdasın. Yahu, sen ne uğursuz kadınsın!”

AKŞAMDAN KALMA

Bu kelimeyi daha çok “Akşam içki içmiş kişiye sabahları söylenmiş bir laf olarak söylendiğini” biliyoruz.

Ama aslı öyle değilmiş iyi mi?

Bakın size bulduğum şu yazıyı aktarayım.

Viktorya dönemi Londra’sında yoksulluk oldukça yaygındı.

Geç Victoria döneminde, fakirler için “Dört kuruşluk tabut” adı verilen uyuma düzeni yaygın bir uygulamaydı.

Bu, insanların dar bir tabut benzeri kutuda uyumasını sağlayan ucuz bir konaklama şekliydi.

Üstelik bu koşullarda uyumak zaten yeterince zorken, erkeklere battaniye yerine su geçirmez muşamba verilirdi.

Daha az paran varsa, yani sadece iki kuruşun varsa, bir ip boyunca dizilmiş banklardan birinde oturarak uyunabilinirdi.

Uykuya daldığında ip seni düşmekten korurdu.

Bu düzenlemeye “İki kuruşluk akşamdan kalma” denirdi.

Günümüzde “Akşamdan kalma” (Hangover) terimi alkolle ilişkilendirilse de, aslında bu kelimenin kökeni 19. yüzyıla kadar uzanırmış.

İlk olarak, bir toplantıdan ya da işten yarım kalan kısımları tanımlamak için kullanılmıştır.

Ancak 1904 yılına kadar alkolle bağlantılı bir anlam kazanmaya başlamıştır.

Yani daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak;

“Hangover” kelimesi günümüzde alkol sonrası hissedilen rahatsızlık anlamında kullanılmıştır.

Ancak 19. yüzyılda bu kelime, “Yarım kalmış işler” veya “Önceki olayların sonraki etkileri” gibi daha geniş bir anlam taşıyordu.

“İki kuruşluk akşamdan kalma” (two-penny hangover) denilen uyuma şeklinin, bu kelimenin alkolle ilgili anlamını doğurduğu iddia edilse de, bu doğru değildir.

Viktorya dönemindeki ipte uyuma uygulaması, “Hangover” kelimesinin kökeni değildir; sadece tesadüfen aynı kelime kullanılmış.

HAYATA DAİR

73 yaşındaki kadının 50 yaşındaki kız arkadaşına yazdığı mektup...

Sevgili kız arkadaşım!

Bugün 73 yaşındayım ve o yaşımda fark ettiğim önemli bir düşünceyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

50 yaşındasın 23 yıl önce biri bana böyle bir mektup atsaydı çok isterdim...

Şimdi giderek daha çok okuyorum ve daha az toz temizliyorum.

Villada, verandada saatlerce oturup manzaranın tadını çıkarabilirim,

artık bahçede otlar olması umurumda değil.

Hala çalışıyorum ama kimseye nasihat etmiyorum aile zamanı çok daha önemli...

Hayatın tadını çıkarmak lazım,

sadece “Dayanmak” değil.

Hiçbir şeyin düzeltilemeyeceği aklımın bu kadar temiz olması inanılmaz...

Artık her alışverişten tasarruf etmeye çalışmıyorum.

Sadece “Özel günler” için değil, her gün en güzel örtü, çarşaf ve setleri kullanmaya başladım.

Markete gittiğimde en güzel kıyafetleri giyerim.

İyi göründüğünde paradan ayrılmanın çok daha kolay olduğunu fark ettim.

En sevilen ve pahalı parfümü kullanmak için “Özel bir durumu” beklememe gerek olmadığını öğrendim.

Ne muhteşem bir duygu bankaya ya da kliniğe gittiğinizde mis gibi kokmak!

Daha önce ruh halimi sık sık bozan tüm küçük şeylere artık kızmıyorum:

Bitmemiş ev işleri,

Kasvetli süpermarket kasiyerleri ya da

Tuvalette sızdıran su ısıtıcısı.

Gelecek hafta ya da hayatımda başka bir gün yok.

Şu anda en ilginç şeyleri yapıyorum.

Her sabah kendime soruyorum, “Yarın uyanmayacağımı kesin olarak bilseydim bugün ne yapardım?”

Bu ayıltıcı bir soru.

Çocuklarımı artık daha sık arıyorum ve arkadaşlarımla sohbet ederken her fırsatta özür dilemeye çalışıyorum.

Her birimize kalan yıllar bir hediyedir, henüz “Sahip olduğun” bir şey değil.

Kimsenin ve hiçbir şeyin garantisi yok, yarının bile.

Belkid e hayatımız çocuklukta hayal ettiğimizden bambaşka çıktı.

Ama buradayken, hiçbir şey bizi dans etmekten alıkoyamaz.

Kendimizden başka hiçbir şey!...

AĞUSTOS BÖCEĞİ ŞARKISI

"Kızılderili şefleri trenle, New York’a getirilmiş.

Bir heyet kendilerini karşılamış.

Konuklara, toplantı öncesi kenti gezdiriyorlarmış.

Sokaklardaki insan seli, arabaların, iş makinelerinin gürültüsü Kızılderilileri şaşırtmış...

Bir ara Oglala Lakhotaları’nın şefi ve şamanı He?áka Sápa-Karageyik bir Ağustos böceğinin şarkısını duyduğunu söylemiş.

Diğer reisler onaylamış ama beyaz adamlar inanmamış.

“Kentte Ağustos böceğinin olmayacağını, olsa bile bu gürültüde duyulamayacağını” söylemişler.

Karageyik ısrar etmiş.

Arabayı durdurtmuş.

İnmiş ve ilerideki parka gitmiş.

Ağaçtaki Ağustos böceğini görmüş.

Amerikalılar şaşırmıştı..

“Olamaz” demişler, “Sende doğaüstü güçler var.”

“Hayır” demiş Karageyik;

“Ağustos böceğini duymak için doğaüstü güce ihtiyaç yok.”

“O zaman biz niye duymadık?” diye sormuş beyaz adamlar.

Kara Geyik cebinden metal bir 50 sent çıkarmış, kaldırımda yürüyen insanların arasına yuvarlamış.

Bir anda herkes “Acaba benden mi düştü?” diye paraya bakmaya başlamış.

Karageyik yanındakilere sormuş:

“Anladınız mı?”

“Anlamadık” demişler.

Anlatmış;

“Bir insan için önemli olan, nelere değer verdiğidir. Çünkü her şeyi ona göre duyar, ona göre görür ve ona göre hissederdiniz. Siz doğaya değer verseydiniz, Ağustos böceğinin, şarkısını duyardınız...”

ANTİKYTHERA DÜZENEĞİ

Dünyada neler olmuş neler?

İşte size bunlardan birini bize anlatan yazı.

İlginç değil mi?

1901 yılında Yunanistan'ın Antikythera Adası yakınlarında bir gemi batığında keşfedilen Antikythera Düzeneği, insanlık tarihinin en gizemli ve ileri teknolojik eserlerinden biri olarak kabul edilir.

Yaklaşık 2000 yıl önce Antik Yunanlılar tarafından yapıldığı düşünülen bu mekanik cihaz, günümüz bilgisayarlarının atası olarak görülüyor!

Cihaz, gezegenlerin hareketlerini, güneş ve ay tutulmalarını, olimpiyat oyunlarının tarihlerine kadar birçok astronomik ve takvimsel olayı hesaplayabilen karmaşık bir düzenek içeriyor.

Yapısında 37 adet bronz dişli çark bulunan bu mekanizma, o dönemde kullanılan herhangi bir başka cihazdan çok daha gelişmiş bir teknolojiye sahipti.

Bilim insanları, Antikythera Düzeneği'nin bir astronomik hesap makinesi olarak kullanıldığını düşünüyor.

Ancak kim tarafından ve nasıl yapıldığı hala tam olarak çözülebilmiş değil.

Leonardo da Vinci’den 1500 yıl önce böylesine gelişmiş bir mekanik teknoloji nasıl ortaya çıktı?

Bu cihaz, tarihin en büyük sırlarından biri olmaya devam ediyor!

Antikythera Düzeneği’nin keşfi, antik uygarlıkların teknoloji seviyesinin beklenenden çok daha ileri olabileceğini gösteriyor.

Belki de geçmişte düşündüğümüzden çok daha büyük bilimsel başarılar vardı ve biz henüz onları keşfetmedik!