Sosyal posa...
Sodom Gomore(Yakup Kadri)
Şıpsevdi( Hüseyin Rahmi)
Sözde Kızlar(Peyami Safa)
İlk defa, bir yazımda iki başlık birden kullandım. İsteyen istediği pencereden baksın, istedim.
Biz, sosyal çürümeyi daha önce duymuştuk. Şimdi galat oldu. Sosyolojiye, kavram olarak benim de bir katkım olsun istedim ve "sosyal posa" kavramını öneriyorum.
Sosyal posa durumuna bir toplum nasıl geldi, biraz da tarihten bilgi aktarmak istedim.
Türk Toplumu, genel olarak merkezden uzakta yaşıyordu. Çevre, Türk'ün var olduğu yerdi...
Merkez, Türk insanını askere alırdı. Bu durum en az on yıllık bir süreyi kapsamaktaydı. Askere giden Türk, cephede şehit olmamışsa otuzlu yaşlarda köyüne dönebilirdi.
O zaman, evlenir çocuk sahibi olurdu. Aynı dönemde, Rum, Yahudi, Ermeni, Aşiret mensubu kişiler, din adamları, medrese öğrencileri askerlikten muaftı.
Türk, Otuz yaşlarında köyüne dönünce, Hristo'nun, Hayim'in Kirkor'un yanına ırgat olarak girerdi ve boğaz tokluğuna yaşardı. Eğitimi yoktu. Askerden muaf olanlar ise misyoner okullarına gider, iyi eğitim alırlar ve Osmanlı Devleti'nin zengin sınıfını oluştururdu . Bizde, bir burjuva oluşmuşsa bu Türk dışı unsurların burjuvasıydı.
Bizde eğitim alanlar ise Harbiye'ye gidenler, Tıbbiye'ye gidenler ve Baytar mektebine gidenlerdi.
Buralardan mezun olan en önemli şahsiyetleri ise Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir, Ali İhsan Sabis ve diğerleri... Tıbbiye'den, Ohrili İbrahim Temo, Bahattin Şakir, Tevfik Rüştü Aras ve Baytar Mektebinden mezun olan en önemli şahsiyet de Mehmet Akif Ersoy'du ...
Bizim entelektüel birikimi olan aydın kitlemiz de istenilen seviyede değildi.
Ülkemizin gidişatının olumsuz olduğunu gören bütün gençler, bu gidişatın değişmesi için çalışıyordu. Bu dönemde düşünce kulüpleri, Genç Türkler, İttihatçılar ve Nihayet İttihat ve Terakki Fırkası, gözü kara subaylarıyla harekete geçti ve yıllar içinde de ülke yönetimine el koydular...
İttihatçıları, en çok etkileyen durum ise Balkan Savaşları sırasında Balkan Türkleri'nin çektiği çileler ve namusuna tasallut olan Rum, Bulgar, Sırp, Makedon, Arnavut komitacılara karşı merkezi otoritenin hiçbir şey yapamaması ve çaresizliği de genç subayları çok çok etkiledi...
Balkanlardan gelen dört yüz bin kişilik grubun İstanbul'da çektiği çileleri anlatmak için kelimeler, yetersiz kalır.
Balkanlarda, iffeti lekelenen Türk kadını bulduğu ilk ağaca ip atarak kendini astı... O kış, Balkanlarda ağaçlar, meyve yerine Türk kadınını bağrına bastı, meyve olarak Türk kadınını verdi...
Hristo Botev, Bir Türk'ü bulup onu, dörde bölmek ne büyük zevk, diye şiirler yazıyordu...
Yakın tarihimizin en sufli dönemi işte bu dönemdi...
Balkan faciası, Türk'ün ruh kökünde en büyük travmayı yarattı.
Bu travmanın yaraları daha sarılmadan Birinci Dünya Savaşı'na girdik ve yeni bir travma başladı.
Biz, dokuz cephede savaştık. Türk'ün varlık göstermesi için genç subaylarımız ve Türk gençleri , büyük fedakârlıklarla mücadele etti, ölümlerle eğlenen tunç yürekli yiğitlerimiz, birer birer destan yazdılar...
Eksi elli derece soğukta, artı elli derece sıcakta savaştılar...
Mehmetçik'e ortaya koyduğu bu mücadelede hayran olmamak mümkün değildi. Bu dönemde de Ermenilerin cephe gerisinde masum Türkleri katletmesi, Arap isyanı, müttefiklerimizin ihtiraslarıyla ortaya çıkan çatışmalarla da yeni bir döneme girmiş olduk... Meşum Mondros Anlaşması ve İstanbul'un işgali ve neredeyse beş yıla yakın bir dönemde, İstanbul Burjuvazisi'nin işgalcilerle İşbirliği ve sefahat hayatı, toplumumuzun yaşadığı en büyük, sosyal posa durumunu yarattı...
Bu durumu anlatan, yazar ve kitapları da yukarıda yazdım. Bunları okuyun efendim!
Sonra, Türk' ün ölmediğini göstermek için Anadolu'ya geçen komutanlarımız ki Başta Reis Paşa olmak üzere bütün komutanlarımıza, bu mücadelede Türk'ün namusunu kurtardıkları için minnet duyarım.
Sonra, Zafer ve Lozan Antlaşması... Yeni bir devlet ve toplumsal değişme...
Reis Paşa, üniter bir devlet planladı. Bunun için ne yapılması gerekiyorsa onu yaptı.
Güzel işler çıkarttı...
Cumhuriyetle birlikte toplum üzerindeki etkisini kaybeden "ham softa ve kaba yobaz" tayfası, her bulduğu fırsatta, Cumhuriyeti, Reis Paşa'yı kötülemek için palavralar üzerine tarih inşa etmeye başladılar. Burada, katalizatör olarak din sosu kullanılıyordu. Reis Paşa, devlet yönetiminde dinin halka eşit mesafede olması gerektiğini, böylece, bütün vatandaşların devlet içinde bir yere gelmesi için dini inancının çok veya az olmasına göre değil, liyakat ve ahlak esasına göre, eğitimi neyse o makama kişilerin gelmesini sağladı. Devletin dini yoktu. Halkın dini vardı. Halkın, din açısından da iyi eğitilmesi için Kuran'ı Türkçeye çevirttirdi. Buhari'nin hadis kitaplarını günümüz Türkçesine çevirttirdi. Camileri onarttı.
Günümüzde de bütün dünyada var olan camilerin toplam sayısının dörtte üçü Türkiye'de bulunmaktadır. Bunun alt yapısını da Diyanet İşleri Teşkilatını kurdurarak, Reis Paşa atmış oldu.
Çok partili hayata geçtikten sonra, köyden şehre büyük bir göç oluştu.
Günümüzde de köy nüfusu, toplam nüfusumuzun %6,5'i kadarlık bir seviyeye düşmüş oldu...
Köyden şehre hücum, yeni bir sosyal sınıfı oluşturdu. Ne şehirli ne de köylü. Ara bir nesil oluştu.
Bunlar, tam şehirleşmemiş ve rafine bilgiden de uzak yetiştikleri için kulaktan dolma din, kulaktan dolma tarihle, ben dindarım, diyen siyasi oluşumlara destek verdi. Bu arada, köyünde gördüğü erdemli dindar kişilerin bir benzeri zannettiği kişileri iktidara taşıdı ve bu kişilerin, dinleri var, diye ahlâka ihtiyaçları yokmuş gibi tavırlarını da görmezden geldi.
Toplumumuzun, maddeye kavuşan, bu dindar soslu kişilerin elinde, 2002'den günümüze kadar süren bu dönemde, büyük bir savrulmayı maruz kaldığını görmemek için "kör olmak" gerekir ...
Bu dönemde, yolsuzluk, hırsızlık değildir, herzelerini yumurtlayan dindar soslu bilim adamlarını da gördük...
Yine, Türk halkı bilinçli bir şekilde yoksullaştırıldı. Yasaklar, her alanda arttı. Adaletin ırzına geçildi...
Bence, bir yönetim değişimiyle tüm olumsuzluklar ortadan kaldırılabilir. Ancak, erdemsiz toplumun sürüklendiği yerden tekrar ayağa kalkması daha da zordur. Toplumsal çözülme, toplumsal çürüme üst seviyede. Toplumumuz bu durumuyla dinden uzaklaşmış posa haline getirilmiştir. Getirenler de din sosu kullanan, dindar görünümlü kişilerdir...
İhaleye fesat karıştırmak, dindar olsun, bizden olsun, deyip kamu kadrolarına alınan kifayetsiz muhterislerin devlet sistemine verdikleri hasarı görememek de bu yönetimin yanlışlarındandır.
İşte, tam da bu günlerde, başı mestureli ama tüm vücudu taytlı, aşırı makyajla film artistleri gibi ortada dolaşan Sodom ve Gomore hayatına özenen kadınları görünce, savrulmamızın boyutlarının büyüklüğünü de görmüş oldum...
Muktedirler, toplumumuza yazık ediyorlar... Bu tür, özellikte olan kadınlarımız ne ara yetişti de toplumumuzda rol model oldular... Aklım almıyor.
Ben, mestureli öğrencilerimize bile, ağırbaşlı olun tavrı içinde müdahale ederken, şimdi gördüğümüz manzara, manasını değil maddesini tatmin peşinde koşan kişiler olarak bunları gördüm ki bunu kabullenmem mümkün değildir. Bizim gelecek nesillerimizin anneleri bu kişiler olamaz.
Ha! Biz seküleriz, diyorlarsa mestureli olmaktan vaz geçsinler ve biz de bir şey demeyelim.
Evet, toplumumuz 2002-2025 yılları arasında toplumsal çürümede, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonrası İstanbul'unda, Nişantaşı, Beyoğlu, Şişli'de yaşanan sufli hayatı fersah fersah geçmişlerdir.
Yapmayın efendiler, Türk toplumun kıymayın...
Sanki, olumsuz bir sis ülkemizin üzerine çöreklenmiş ve her şey mübah, tavrında bir topluma evriliyoruz...
Bu sis, Tevfik Fikret''in Sis' i değil, erdemsizliğin sisi...
Toplumumuza yazık, değil mi?
Ahir ömrümüzde bu Lût Kavmi hayatı görmek bizi üzmüştür...
Yazık!
Sözüm, tüm siyasi yapılara...
Batsın siyasetiniz!
Neyse, daha ağır bir şey yazmayalım.
Herkes aklını başına toplasın ve bizim değer verdiğimiz kutsallarımızı değersizleştirmeyin, derim...
Bir de "Sezuan'ın insanları" konumuna doğru gidiyoruz ki uykularım kaçıyor...
Bilgi edinmeniz dileğiyle...
******
Düşünmeye, okumaya, yazmaya ve konuşmaya devam...