Bugün Cuma pazarı otoparkında Bitpazarı var, bilirsiniz.
Her hafta şöyle bir içinden geçerim.
İnsanın içinde var olan “Ne var? Ne yok?” merakı ile.
.
Bitpazarının asıl amacı “Takas buluşmasıdır.”
.
Ancak günümüzde sokak satıcılığına dönüşmüş haldedir.
Bu pazarda çeşitli satıcılar mevcut. Başka bir işe sahip olup burada satıcılık yapanlar da mevcut.
.
Tabi tüm zamanlarını tezgâhlarındaki ürünleri satarak, yalnızca pazardan elde ettikleri kâra güvenen tam zamanlı satıcılar da var.
.
Bitpazarı satıcısının aslında retro ve vintage trendleri takip etme ve müşterilerinin kültür ve kimliğiyle bağ kuran ürünleri seçme konusunda beceri sahibi olmaları gerekir.
.
Bizimkilere bakınca bunu pek göremiyoruz tabi.
.
Şu anda bizim bitpazarındaki trend, 5 ila 20 lira arasında satılabilecek ayakkabı ve elbiseden geçiyor.
.
Geçen hafta yağmurlu olması sebebiyle pek tezgâh yoktu.
Sakindi yani.
.
Ben bu pazarı gezerken, tezgâhtakileri inceleyip neler satıldığına bakarım, müşteri portföyüne bakarım, alışverişlerdeki pazarlıklara, satılan malların fiyatlarına bakarım.
Bir yazar olarak oldukça ilgimi çeker.
.
Geçen hafta bir pazarlığa şahit oldum.
Başörtülü gençten bir kadın.
Yanında ise elinden tuttuğu bir çocuk, onun elinde de poşetin içinde bir simit…
.
Ayakkabıların önünde kendisine uygun olacağını düşündüğü bir bez spor ayakkabı seçti.
Evirdi çevirdi ve almaya karar verdi.
Kadın satıcıyla geçen diyalog aynen şu şekildeydi.
“Abla bu ayakkabı kaç para?”
“Sana 40 liraya olur.”
“Genç kadın ayakkabıya bir daha baktı ve:
“Abla be, 20 liraya olmaz mı?” dedi.
Belli ki durumu pek müsait değildi. Zira 20 liraya pazarlık yapıyordu.
.
Satıcı kadın diretiyordu:
“Olmaz be… Ver 40 lira al git!”
Kadın elinde üçe katlanmış 20 lirayı uzatarak bir daha sordu:
“Abla vallahi 20 liram var, ver de alayım bunu.”
Kadın inatçı:
“Olmaz! 40 lira…”
Genç kadın pazarlık için son teklifini yaptı:
“Abla 20 lirayla beraber şu elimdeki simidi versem?”
.
O an içim burkuldu.
Ne yapacağımı şaşırdım.
Gerçekten kadın muhtaçtı ve bu kış gününde o bez ayakkabıya ihtiyacı vardı.
.
İçimden, genç kadıncağıza fark ettirmeden satıcıya işaret ederek “Ben vereceğim parasını, ver ayakkabıları” demek geldi.
.
Ben bütün bunları saniyeler içinde düşünüp planlarken, pazarlığı dinleyen satıcı kadının yere uzanmış kocası isyan etti:
“Ver şu ayakkabıları kadına, çingenelik etme! Görmüyor musun parası yok işte!” diye bağırdı.
Kadıncağız “Allah razı olsun” diyerek 20 lirasını verdi, ayakkabıları aldı gitti…
.
Bitpazarı mevzusunu daha anlatacağım da şurada lafı gelmişken iktidar sahiplerine bir sözüm var:
Bu olay yaşandı.
Hem de benim yanımda.
Ben şahidim.
Muhafazakar olan sizler, lüks içinde yaşarken, son model arabalara binerken memlekette bunlar oluyor, haberiniz var mı acaba?
Fırat’ın kıyısındaki kuzudan sorumlu olanlar bir daha okuyun bu yazıyı.
“Yoksulluğu bitireceğiz” diye bu gariban insanlardan oy alıp iktidara gelenler!
Bir daha okuyun bu yazıyı...
Kayyumlarla, casuslarla, bahislerle uğraşacağınıza şu bir türlü beceremediğiniz ekonomiye el atın hele!
Sizler sıcacık koltuklarınızda, “Terörsüz Türkiye” diye slogan atarken;
Millet açlıktan ölüyor…
.
Neyse.
Ben size bitpazarlarını anlatmaya devam edeyim en iyisi.
Zira böyle giderse, tüm Türkiye Bitpazarına dönecek.
.
1998 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde, “Satıcılar, tedarikçiler ve alıcılar için” çeşitli kaynaklar sağlayan Ulusal Bit Pazarları Derneği bile kurulmuş.
.
Bitpazarı, Fransızca “Marché aux puces” kelimesinden türetilmiş.
Tam anlamıyla “Pireli pazar” anlamına gelen yaygın bir İngilizce kelime olarak kullanılmış.
.
Satılan ürünlerin daha önceden giyilen ürünler olması (büyük ihtimalle pire içermesi) nedeniyle bu şekilde etiketlenmiş.
.
Bu isimle alakalı olarak en çok duyurulan hikâye, şöyleymiş;
İmparator III. Napolyon döneminde, imparatorluk mimarı Haussmann, Paris'in merkezinde, ordu birliklerinin büyük bir gürültüyle yürüyebileceği, kare ev sıralarının bulunduğu geniş ve düz bulvarlar için planlar yapmış.
Bu planlar sonucunda ara sokaklar ve gecekondu mahalleleri yıkılınca birçok ikinci el eşya satıcısı kendilerine ait eski evlerinden kaçmış.
.
Ancak, yerinden edilen bu tüccarların, Paris'in kuzeyinde, eski kalenin hemen dışında, Porte de Clignancourt kapısının önünde, rahatsız edilmeden mallarını satmaya devam etmelerine izin verilmiş.
.
İlk tezgâhlar 1860 civarında dikilmiş.
Paris gecekondu mahallelerinden sürgün edilen bu insanların bir araya geldiği bu yere, kısa süre sonra “Bitpazarı” anlamına gelen “Marché aux puces” adı verilmiş.
.
Paris Bit Pazarı, yılda 5 milyondan fazla ziyaretçiyle dünyanın en büyük antika ve ikinci el satıcılarının yoğunlaştığı yer olarak günümüze kadar gelmiş.
.
Farklı İngilizce konuşulan ülkeler bitpazarları için çeşitli isimler kullanmışlar.
.
Mesela Avustralya İngilizcesinde bunlara “Çöp ve hazine pazarları” denirken, “Takas buluşması” terimi öncelikle araba ve motosiklet parçaları ile otomobil satmak için düzenlenen bir pazar için kullanılmış.
.
Hindistan'da “Gurjari” veya “Shrukawadi çarşısı” olarak bilinirmiş.
.
Birleşik Krallık'ta, bu satış etkinliği bir tarlada veya otoparkta gerçekleşiyorsa, satıcılar mallarını araçlarının bagajından sattıkları için “Bagaj satışları” olarak bilinirmiş.
.
Etkinlik okul veya kilise salonu gibi kapalı bir alanda yapılıyorsa, genellikle “Karma satış” veya “Getir-al” satışı olarak bilinirmiş.
.
Belçika'nın Fransızca konuşulan bölgelerinde genellikle “Brocante” veya “Vide-grenier” adı kullanılırmış.
.
Almanca’da birçok kelime kullanılsa da en yaygın olanı, “Bitpazarı” anlamına gelen “Flohmarkt” mış.
.
Hollandaca “Vlooienmarkt”,
İsveççe “Loppmarknad”,
Fince “Kirpputori” denilirmiş.
.
Güney Florida'nın ağırlıklı olarak Kübalı/İspanyol kökenlilerin yaşadığı bölgelerinde, İspanyolcada “Pire” anlamına gelen “Pulga” kelimesinden türetilen “Pulguero” yani “Bit dükkanı” ismi kullanılmış.
.
Endülüs’ün güney kesiminde, Cebelitarık İngilizcesinin etkisi nedeniyle “Küçük bit” anlamına gelen “Piojito” olarak bilinirlermiş.
.
Şili’de çoğunlukla meyve ve sebze satılıyorsa “Persas” veya “Mercados persa” (Fars pazarı) veya “Ferias libres” olarak adlandırılmışlar.
.
Arjantin'de ise büyük olasılıkla “Feria artesanal” (zanaatkâr veya sokak panayırı) veya “Feria americana” (Amerikan panayırı) olarak adlandırılmışlar.
.
Filipinler'de “Tiangges” gibi çarşı alışverişi, “Divisoria”, “Greenhills” ve “Baclaran” gibi geniş pazarlar meşhurmuş.
Bu pazarlarda, inanılmaz düşük fiyatlarla kıyafet, aksesuar ve aletler gibi çeşitli ürünlerin satışının yapıldığı sıra sıra tezgâhlar bulunurmuş.
ÇOCUKLAR
Hamile bir kadın kocasına sorar:
“Ne bekliyorsun, erkek mi, kız mı?”
Kocası cevap verir:
“Erkek olursa ona matematik öğreteceğim, beraber egzersiz yapacağız, balık tutmayı öğreteceğim vs.”
Gülen kadın sorar:
“Ya kız olursa?”
Kocası gülümser ve der ki,
“Kız olursa ona hiçbir şey öğretmem gerekmez. O bana her şeyi öğretecek: nasıl giyineceğimi, nasıl yiyeceğimi, ne söyleyeceğimi ve ne söylemeyeceğimi.
Çok yakında benim için ikinci bir anne gibi olacak ve özel bir şey yapmadan bile beni her zaman kahramanı olarak görecek. Ona hayır dediğimde anlayacak ve yine de gelecekteki kocasını benimle kıyaslayacak. Kaç yaşına gelirse gelsin, her zaman ona küçük prensesim gibi davranmamı isteyecek. Benim için dünyaya karşı savaşacak ve eğer biri beni incitirse, onları asla affetmeyecek.”
Biraz meraklanan kadın sorar:
“Bütün bunları kızın yapar da oğlun yapmaz mı?”
Kocası cevapladı:
“Hayır, hayır! Benim oğlumda yapabilirdi ama zaman geçtikçe öğrenmek zorunda kalacak. Öte yandan kızlar doğuştan gelen niteliklerle doğarlar. Kız babası olmak her erkek için gerçek bir gururdur.”
Sonra kadın dedi ki,
“Ama sonsuza kadar bizimle olmayacak?”
Kocası nazik bir şekilde cevap verir:
“Evet, ama biz her zaman onun yanında olacağız, kalbinde, nereye giderse gitsin.”
.
Kızlar melektir...
Sonsuza dek koşulsuz sevgi ve ilgiyle doğarlar.
Kız çocuğu olduğu için şanslı olan tüm babalara gelsin
PABUCU DAMA ATILMAK
Osmanlı döneminde ayakkabıcılık büyük bir ustalık gerektirirdi.
Her usta kendi yaptığı ayakkabının arkasında durur, işine titizlikle yaklaşırdı.
.
Ancak bazen kötü malzemeden yapılan ya da kısa sürede yırtılan ayakkabılar müşteri tarafından geri getirilirdi.
Bu durumda, hatalı ayakkabının sahibi olan ustanın pabucu, dükkânının damına atılırdı.
.
Bu hem bir uyarı hem de esnaf arasında bir utanç göstergesiydi.
Dükkânların çatılarına bakarak o semtte hangi ustanın iyi, hangisinin zayıf olduğunu anlamak mümkündü.
Çatısında az ayakkabı olan, düzgün ve sağlam iş yapan usta saygı görür; çatısı eski, yırtık ayakkabılarla dolu olan ise güven kaybederdi.
.
Bu yüzden “Pabucu dama atılmak” deyimi, zamanla “Gözden düşmek”, “Önemini kaybetmek” anlamında kullanılmaya başladı.
.
Bugün hâlâ biri işini kaybettiğinde, yerine başkası tercih edildiğinde ya da toplumda değerini yitirdiğinde “Senin pabucun dama atıldı” deriz.
.
Aslında bu söz, Osmanlı’daki ayakkabıcıların ahlâk ve ustalık anlayışından günümüze kalan, “Hatayı görünür kılan bir geleneğin” dilimize yerleşmiş hâlidir.
GÜNÜN HİKÂYESİ
Beş yıl morgda çalışan bir arkadaşım var.
Binlerce beden gördü.
Trafik kazaları, intiharlar, cinayetler…
.
Ona sordum:
“Seni en çok etkileyen ne oldu?”
“Yaralar değil” dedi, “Hep sıradan olanlar aklımda kalıyor.”
.
25 yaşında genç bir kız. Hiçbir yarası yok, sanki uyuyor. Yanında küçük bir not: ‘Anne, affet.’
.
40 yaşında takım elbiseli bir adam. Cebinde kızının fotoğrafı:
‘Dünyanın en iyi babası.’
.
Spor salonunda kalp krizi.
.
Yaşlı bir kadın. Ellerinde kırışıklıklar, tırnaklarında torununun bir gün önce yaptığı desenli manikür.
.
25 yaşında bir delikanlı. Çantasında ders kitapları ve kız arkadaşına alınmış bir yüzük. Evlilik teklif etmeye hazırlanıyordu.
.
Hepsinin ortak noktası neydi?
Planları vardı.
Sinema biletleri, yarım kalmış mesajlar, “Ekmek, süt, doğum günü için çiçek” yazan alışveriş listeleri…
.
Morgdaki arkadaşım dedi ki:
“Zamanla bedenlere alışırsın ama yarım kalan hayatlara asla alışamazsın. O an anlıyorsun ki yaşamla ölüm arasında sadece bir nefes var.”
Ölüm haber vermez.
Sıradan bir günün, sıradan planların tam ortasında gelir.
O yüzden ben her sabah kendime soruyorum:
“Ya bugün son günümse? Kime sarılmadım? Ne söylemedim? Hangi adımı erteledim?”
(Alıntı)