Çanakkale'de Dünya Ağır Siklet Bilek Güreş Şampiyonumuz olan Milli Sporcu Ümit Burunlular var.

Her girdiği yarışta şampiyonluklar getirerek, bizleri mutlu ediyor.

Ama haberi okuyunca resmen yerin dibine girdim.

Bu kardeşimizin, evinin önüne bıraktığı tekerlekli sandalyesini çalmışlar.

Yanlış yazmadım, resmen çalmışlar.

Sonra mı?

Asayiş ekipleri iki saat içinde zanlıyı yakalamış.

Sandalye sahibine teslim edilmiş.

Çalan kişi ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmış.

Aklıma geliverdi de,

Bizde mesela "Şeriat olsa?"

Ne olurdu?

Söyleyeyim; Sağ eli kesilirdi…

BİR ESNAF

Çanakkale'de bir esnaf sosyal medyada yazmış:

Heriflerden baklava alıyorsun.

Adam sana baklavayı kutunun darasını almadan veriyor.

Soruyorsun "Önceden mi aldınız darayı?" diye, "Yok abi biz dara almıyoruz" diyor rahat rahat!?

Ve ekliyor, "Abi Çanakkale'de dara alarak satan yer var mı, ben bilmiyorum" diye!

1 kutuda 25 gr kaçak var.

Bunlar 3-4 şubesi olan yerler.

Günde en az 150-200 kutu eder bu.

Basit bir hesap yapacak olursak;

Günde 25 gr ×200 kutu = 5kg

Ayda 30 gün ×5 kg = 150 kg

Ayda 150 kg ×750 TL = 112.500 TL

Sonra şube üstüne şube açıyorlar, biz de "250 gr kahve satarken 16 gr kese kağıdı darası ile uğraşıyoruz..."

Ticaret Bakanlığı gelip fiyat kontrolü falan yapıyor…

Sevgili kardeşim ülkenin durumu ortada;

"Gücü gücüne yetene…"

TEKNOLOJİ Mİ?

Babamla bankada bir saat geçirdim, çünkü para transfer etmesi gerekiyordu. Dayanamadım ve sordum:

"Baba, neden bankacılığını çevrimiçi olarak aktif etmiyoruz?"

"Bunu neden yapayım?"

"Böylece, transfer gibi şeyler için burada bir saat geçirmene gerek kalmayacak.

İnternetten bile alışveriş yapabilirsiniz.

Her şey çok kolay olacak!"

Bana;

"Bunu yaparsam evden çıkmak zorunda kalmam" dedi.

"Evet, evet!" dedim ona, artık yiyeceklerin bile kapıya teslim edilebileceğini ve Amazon'un her şeyi teslim ettiğini söyledim!

Dedi ki: "Sen beni anlamadın… Bugün bu bankaya girdiğimden beri dört arkadaşımla karşılaştım, beni çok iyi tanıyan personellerle bir süre sohbet ettim. Yalnız olduğumu biliyorsun... İhtiyacım olan şey bu. Hazırlanmayı ve bankaya gelmeyi seviyorum yeterli zamanım var, aradığım fiziksel aktivite bu. İki yıl önce hastalandım ve alışveriş yaptığım manav beni görmeye geldi, yatağıma oturdu ağladı, bu bana iyi geldi iyileştim. Annen birkaç gün önce sabah yürüyüşünde düştüğünde, yerel bakkalımız onu gördü ve hemen arabasıyla evimize getirdi, çünkü nerede yaşadığımızı biliyordu. Her şey çevrimiçi olsaydı o 'İnsan' temasını kuramazdım. Neden her şeyin bana teslim edilmesini isteyip sadece bilgisayarımla etkileşimde bulunmasını isteyeyim? Sadece 'Müşteri olmayı' değil, uğraştığım kişiyi tanımayı seviyorum. Tüm bunlar bir ilişki durumu yaratıyor. Amazon bunu da teslim ediyor mu?"

Teknoloji hayat değildir...

İnsanlarla biraz zaman geçirin...

HER ŞEY VATAN İÇİN

Bir hanımefendi diyor ki; 1919 yılıydı. İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı.

Liseyi yeni bitirmiştim.

Güzel bir kızdım.

Dünürler gelmeye başladı.

Biri avukatmış.

Gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim.

Nişanlandık.

Nişanlımı seviyordum..

Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum.

Ama çok geçmedi ki mahallede bir dedikodu yayıldı.

“Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş” dediler.

Alt üst oldum.

Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu…

Yıkıldım.

Nişanı atıp, ayrıldık.

Aradan 5 yıl geçti.

Evlenmiştim, bir de çocuğum olmuştu.

1924 yılıydı.

Artık ülkemiz özgürdü.

Bir gün Beyoğlu’nda rastladım ona.

Oğlum yanımdaydı.

Beni görünce titredi, ceketini düğmeledi.

Saygı göstererek durdu önümde. “Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim” dedi, “Olur” dedim.

Bir büroya girdik.

Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu.

İçerde yardımcıları çalışıyordu.

“Siz gerçekten avukat mısınız” dedim.

“Evet” dedi.

“Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz” diye sordum.

Durdu, başı öne eğildi; “Beni affedin” dedi.

“İstanbul işgal altındaydı. Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu. Her şeyi didik didik arıyorlardı. Biz de Anadolu'ya, Milli kuvvetlere ancak, cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk. Bu ülke için hayatî bir işti. Bunu size bile söyleyemezdim…”

Bu Vatan'ı, canlarını ve aşklarını feda edebilenlere borçluyuz...

CAHİLLİK

İngiliz tarihçi ve yazar Thomas Fuller der ki; “Cahillik üç türlüdür” ve ekler:

Hiçbir şey bilmemek,

Gerekeni bilmemek,

Bir sürü gereksiz şey bilmek.

Ve Konfüçyüs devam eder

Cahillik aklın gecesidir,

Ama aysız ve yıldızsız bir gece.

Gerçekten de cahillik ne güzel şey;

Her şeyi biliyorsun.

Cahil oldun mu, hele hele cahil olduğunun farkında olmadın mı, öğrenmek diye bir derdin, sıkıntın, çaban da olmuyor.

Çünkü sen her şeyi biliyorsun.

KABLOSUZ GÜÇ

ABD’nin Savunma İleri Araştırma Projeleri Ajansı (DARPA), POWER adlı proje kapsamında kablosuz enerji aktarımında önemli bir dönüm noktası açıkladı.

Bu teknoloji, adeta “elektrik için “Wi-Fi” gibi çalışıyor.

Bir verici, elektriği odaklanmış lazer ışınına dönüştürüyor.

Bu ışın, hedefteki alıcıya hassas biçimde yönlendirilip, parabolik aynaya çarpıyor.

Yansıyan ışık, özel güneş hücreleri sayesinde yeniden elektriğe dönüştürülüyor.

New Mexico’daki White Sands test sahasında yapılan denemelerde;

8,6 km mesafeye, 30 saniye boyunca 800 watt’ın üzerinde enerji aktarımı başarıyla gerçekleşti.

Daha kısa mesafelerde yapılan tekrar denemelerde ise toplamda 1 megajoule’den fazla enerji iletildi.

Yeni geliştirilen alıcılar şu an yaklaşık %20 verimlilik sağlıyor.

Bu oran, bakır veya alüminyum kabloların yanında düşük kalsa da, kablo döşemenin imkânsız ya da riskli olduğu sahalarda bu sistem devrim niteliğinde bir alternatif olarak öne çıkıyor.

KURUDUK MU?

"Türkiye’deki 240 doğal gölden 186’sının kuruduğu açıklandı" şeklinde bir iddia var.

Bu iddianı sahibi ise; Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Bilim Danışmanı Dr. Erol Kesici…

Gerçek böyle olsaydı tahminim hepimiz ellerimizde maşrapa su aranıyor olabilirdik.

Böyle bir ifade medyada geniş şekilde yer alıyor ancak, “Kesin doğru” demek için de biraz dikkatli olmak gerekiyor.

Ne yapılacak o halde?

Kanıt aranacak.

Girdik internete.

Sorduk.

"Birçok yerel ve ulusal haber kaynağı bu ifadeyi aynen aktarmış."

Ancak, benzer iddialar değerlendiren analiz siteleri ve çevre-çalışanları, bu tür rakamların doğruluğunu sorgulamış ve kullanılan tanımlamaların net olmadığını belirtmişler.

Dolayısıyla bu rakam “Yaygın bir iddia” ama bilimsel literatürde tartışmaya açık görünüyor gibi.

İşte bu iddianın tam doğru olmayabileceğini düşündüren bazı hususlar:

“Göl” tanımı zor

Türkiye’de “Göl” kavramı farklı büyüklüklerdeki su birikintileri, mevsimsel göller, bataklıklaşmış göller vb. birçok tip içeriyor.

Bazıları yazın kuruyan, kışın su tutan göller.

Resmi kaynaklara göre, Türkiye’de doğal göl sayısı 320 olarak belirtilmiş.

DSİ verileri “Mevsimsel göller yazın kuruyabiliyor” diye bir açıklama yapmış.

Yani “Kuruma” ifadesi “Su yüzeyi tamamen kayboldu / göl özelliklerini yitirdi” gibi farklı derecelerde tanımlanabilir.

Bazı analiz ve yorumlar, DSİ’nin ve diğer kamu kurumlarının göllerle ilgili verileri kamuoyu ile paylaşmadığını, güncel ve şeffaf su bilançosu tutulmadığını ileri sürmüş.

Medyada verilen rakamların dayanağı olarak gösterilen araştırma veya resmi istatistik raporları, çoğu zaman açıkça paylaşılmamış.

Türkiye, özellikle İç Anadolu gibi bölgelerde kuraklık riski yüksek bir ülke.

Yağış dengesizlikleri, sıcaklık artışı, buharlaşma baskısı var.

Ancak göllerin kuruması yalnızca iklim kaynaklı değil; tarımsal sulama, yeraltı su çekimi, göl havzası yönetimi, su politikaları da etken.

Örneğin; Eğirdir Gölü özelinde yapılan çalışmalar, iklim değişimi ile birlikte sürdürülebilir su yönetimi eksikliğinin göl seviyesini düşürdüğünü gösteriyor.

İddiadaki “Tamamen kurumuş” ifadesini kullanıyor.

Oysa birçok göl, tamamen anlamında “Su kalmayacak şekilde” kurumayabilir; su yüzeyi çok daralabilir, su derinliği ciddi şekilde azalabilir, gölün ekosistem karakteri bozulabilir.

Deniyor ki bu tür, “Kritik su düşüşleri” ile “Tamamen kuruma” arasındaki fark bazen göz ardı ediliyor.

Araştırmalarıma göre iddia tamamen yanlış değil.

Türkiye göllerinde kuruma ve su kaybı sorunu gerçek ve bilimsel olarak desteklenen bir problem.

Ama bu 240 gölün 186’sı kuruduğu haberini kesin ve tartışmasız doğru kabul etmek için yeterince sağlam bilimsel delile dayanmıyor gibi görünüyor.

Gerçek verilerine göre rakamlar şöyle:

Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne göre;

Türkiye’de tespit edilen 320 adet doğal göl var.

Bu göllerin bir kısmı mevsimsel göller (sadece yağışlı mevsimlerde su tutanlar) ve yaz döneminde su yüzeyi kaybolanlar.

“Türkiye’de 59 göl kuruma tehdidi altında” şeklinde bir haber var.

CHP’li milletvekili sunumlarına göre 59 gölden 7’si kritik durumda (neredeyse geri dönüşü olmayan),

36’sı kuraklık tehdidinde,

8’i su politikasından etkileniyor.

Ayrıca “Akşehir Gölü tamamen kurumuş, doğal göl özelliklerini kaybetmiş” gibi örnekler sosyal politika ve çevre analizlerinde veriliyor.

Örneğin; Eğirdir Gölü özelinde yapılan bilimsel çalışma, gölde su seviyesindeki düşüşün kuraklık ve su kullanımı yönetimi (tarımsal sulama gibi) ile ilişkili olduğunu belirtiyor.

Uzaktan algılama yöntemleri ile yapılan analizlerde incelenen göllerin çoğunda “Alan kaybı” tespiti yapılmış durumda.

Dr. Erol Kesici’nin açıklamaları veya iddialarının kaynağı bu olabilir.

Dr. Erol Kesici, medyada bu rakamı destekleyen açıklamalar yapmış durumda: “Son 60 yılda Türkiye’deki irili ufaklı 240 gölden 186’sı kurumuş” gibi ifadelere yer

Bazı kaynaklara göre, son 50 yılda 36 göl tamamen kurudu olarak ifade edilen haberler var.

Ayrıca, “Türkiye’de 70’e yakın doğal göl kurudu” şeklinde ifade edilen başka bir iddia da mevcut.

Bu farklı rakamlar, göl sayımı, “Tamamen kuruma” tanımı, mevsimsel kuruma ile sürekli kuruma arasındaki fark gibi değişkenliklerden kaynaklanabilir.

Ancak, birçok gölde su alanı daralması, su seviyesinin düşmesi, su kalitesinin bozulması, ekosistem özelliklerinin kaybolması gibi ciddi belirtiler gözleniyormuş. Yani “Kuruma eğilimleri / riskler” bilimsel olarak belirlenmiş.

“Kuruma” ifadesi çok keskin bir kavram; “Göl özelliklerini yitirme”, “Mevsimsel su kaybı”, “Sürekli kurumaya yakın” gibi farklı tanımlar arasında geçiş olabilir.

Bu yüzden bir gölün “Kurumuş” sayılıp sayılmayacağı yoruma bağlıdır.

Buna bağlı olarak Türkiye’nin önemli doğal göllerindeki "Alan küçülmesi, su kalitesi, su seviyesi ve insan etkileri" gibi sorunlar şöyle sıralanmış.

Van Gölü

Sodalı göl; büyük ölçekli su kaybı değil ama çevresindeki su kullanımı, iklim değişikliği baskıları var. Su seviyesi değişimleri gözlemleniyor.

Beyşehir Gölü  

Alan ve su hacminde azalma; özellikle tarımsal sulama, su yönetimi sorunları ve ekosistem baskıları mevcut.

Tuz Gölü

Kapalı havza; buharlaşma ve su girişi azalması nedeniyle su seviyesi sürekli olarak düşüyor; tuzluluğu, çevresel ve insan kaynaklı etkiler nedeniyle ekosistem riske girebiliyor.

Eğirdir Gölü

Su seviyesi düşüşleri; su kalitesine yönelik noktasal kirlilik sorunları; çevresindeki tarımsal faaliyetler baskı oluşturuyor.

İznik Gölü

Göle akan su kaynakları azalıyor; kirlilik ve sediment yükü artıyor; kıyı yerleşimleri baskı yapıyor.

Burdur Gölü

Yüzölçümü büyük oranda küçülmüş durumda; buharlaşma, azalan yağış, su girişinin azalması ile birlikte tuzluluk ve habitat kaybı gözleniyor.

Manyas (Kuş) Gölü

Kuş göç yolu üzerinde önemli; su kalitesi kötüleşiyor, sazlık alanlar, su seviyesi değişimleri göçmen kuş türlerini etkiliyor.

Acıgöl

Tuzlu göl; su seviyesinde değişimler var, özellikle kuraklık ve tuz konsantrasyonunun değişmesi göl ekosistemini etkileyebiliyor.

Uluabat Gölü

Sığ göl; su seviyesi ve su genişliği değişken; kirlilik, tarımsal akıntılar, sazlık alanların gerilemesi gibi sorunlar var.