Biz, genelde İstanbul Depremi denildiğinde kentsel dönüşümü düşünürüz.

İstanbul  yakın çevresinde oluşacak  yedi büyüklüğü üzerindeki bir depremde, ilk etapta zemini ve taşıyıcı  unsurları  zayıf olan doksan bin  "konut olarak kullanılan" yapının yıkılacağı dile getirilmektedir. Bu yaklaşık bir milyon konut ve diğer türlü yapıları kapsamaktadır. Burada, doğrudan etkilenecek nüfus ise yaklaşık dört milyon kişidir...

Böyle bir faciada büyük bir kitlesel ölüm olacak alt yapı da tamamen yok olacağı için kurtarma va hayatı idame ettirme konusunda da çok geride kalmış olacağız. Yine, Türk Ekonomisinin yarısı demek olan bu facia, ülkemizi ekonomik  olarak da en az on yıl  geriye götürecek ve yaraları sarmak da yıllar alacaktır...

Yıkıcı bir deprem, sadece yapıları ve alt yapıyı değil, toplumsal yapımız da alt üst edecektir.

Böyle bir faciada, yaklaşık beş yüz bin çocuk anne babasız kalabilir. Bu çok büyük bir rakamdır. Bunun için mutlaka çözüm üretilmeli ve geçici koruyucu aileler, Marmara Bölgesinde seçilmeli ve bu aileler böyle bir faciaya da hazırlıklı olacak şekilde eğitilmelidir.

Bu faciada, aileler parçalanabilir, tarihi eserler yıkılabilir. Sağlıklı bir kurtarma çalışması olamayabilir. Gıdaya ulaşmada da büyük aksaklıklar olabilir.

Bu faciaya yakalanmamak veya az hasarla geçiştirmek istiyorsak kentsel dönüşümü acil olarak bitirmemiz gerekmektedir

Bunun için mülk  sahipleri ile müteahhitlerin zarar görmemesi için devlet ve yerel yönetim elele vererek lokal çözüm yolları da üreterek hak sahiplerini ve bina üretecek inşaat şirketlerini bir ortak zeminde buluşturup hukuki zeminde, oluşacak anlaşmazlıkları da daha işe başlamadan çözmek gerekir.

Kentsel dönüşüme girecek konutların mülk sahiplerinin ekonomik yapıları bir olmadığından arz ve taleplerde bir ortaklaşma olamamakta ve müteahhitler de güçlerinin üzerinde taahhüt işlerine girmekte ve bu durumun sonucunda da

 vatandaşlarımız  mağdur olmaktadır.

Bu durumda, adalete baş vuran hak sahipleriyle yıllarca süren mahkemeleşmelere maruz kalan müteahhitler de kendi üstlerine aldıkları tapuları  başkalarına satarak da ortadan kaybolmaktadır. Böylece, uzun yıllar süren mahkemeler, adalet dağıtamamakta, olan vatandaşa olmaktadır.

Kentsel dönüşüme girecek olan binaların yıkım işlerinde de bazı olumsuzluklar karşımıza çıkmakta ve mal sahiplerinden habersiz, maddi değeri olan kapı, pencere, elektrik ve sıhhi tesisat malzemeleri yetkisiz kişilerce talan edilmekte ve vaz geçilen bir projede tekrar evine dönmek isteyen vatandaşlar, evlerine geldiklerinde gördükleri manzara karşısında ne yapacaklarını şaşırmaktadırlar. Evleri soyulmuş ve "dört duvarı kalmış" olarak karşılarında durmakta bunun sonucu olarak da çaresizce yetkili merci aramaktadırlar... . Hukuken  de müteahhit battığını ve konkordata ilan ettiğinde de yine vatandaş mağdur olmaktadır.

Kentsel dönüşüme başlamamış ve kaderine bırakılmış binalarda hırsızlıklar olmakta, kaçak göçmenlerce işgal edilmekte, uyuşturucu ve içki alemlerin  yapılmakta  ve bazen de yangınlar çıkabilmektedir.

Yine, mülkiyet problemleri, tarihi alan, sit alanı ve bilinmeyen ama, sonra ortaya çıkan bir tarihi eser de kentsel dönüşüm meselesine olumsuz etki yapabilmektedir.

İstanbul'da kentsel dönüşüme girecek bu yerler için "Kanal

 İstanbul" ille de yapılacaksa iki adet  yapılmalı. Böylece, kanallar  etrafına yapılacak bu konutlar için bir misli daha konut hakkı müteahhitlere verilmeli... Böylece hiç masraf yapılmadan halk, zemini ve yapısı sağlam evlere taşınmalı. Şehrin içinde yıkılacak olan bina arsaları da yeşil alan olarak korunmalı ve bir felaket anında da toplanma yeri olarak kullanılabilmeli...

İki kanal yapıldığında da eğer buralardan gemi geçişi olacaksa, Boğaza yakın olan Karadeniz 'den Marmara Denizi'ne geçişi sağlamalı, diğer kanal da Marmara  Denizi'nden  Karadeniz'e geçişi sağlamalı... Kanallar çevresinde yapılacak bütün binalar, önce hak sahiplerine verilmeli  ve müteahhit hakkı olan binalar da sadece Türk vatandaşlarına satılmalıdır.

Bu, iki yılda bitecek bir projedir...

Gelelim Çanakkale'ye...

Çanakkale'de 910 konutluk kentsel dönüşüm gereken konut bulunmakta.

Bunlar, zemini çok sağlam olan Kemel Köyü ile Mareşal Fevzi Çakmak Köyü arasında yapılmalıdır.

Kentsel dönüşüme giden konut arazileri de sosyal ve kültürel alan olarak Sarıçay'la bütünleşik bir yapıda yeniden değerlendirilmeli, kent içinde bin kadar konutun, uydu kente taşınması sağlanmalıdır..

Merak saikiyle soruyoruz. İngiliz Mezarlığı'nın "Batı" tarafı dokuz kata imarlıyken "Doğu" tarafı, neden üç kata imarlıdır. Bunun sebebi zeminse,  dokuz katlı bina hemen Sarıçay'ın kıyısında ve zemin olarak sıvılaşmaya daha elverişli değil mi? Yine, dokuz katlı bina için yola terk ve otopark yeri olarak neresi gösterilmiştir. Eğer gösterilmiş olan yer varsa ve  bu gösterilen yer  kamu arazisi olsa da otopark yeri olarak gösterilmişse , hangi hukuki zemine göre otopark olarak gösterilmiştir. Bilmek isteriz...

Bilgilendirici bir açıklamayı yerel yönetimin başından  beklemekteyiz.

Bir de bu hilkat garibesi imar olayına hangi "Belediye Meclisi Üyeleri" evet, demiştir. Bunları da açıklarlarsa çok mutlu oluruz.

En azından Çanakkale'ye yaşanmaz kılan imar olaylarına kim evet, demiş bileceğiz...

Ha!

Atikhisar Barajı, beş bin beş yüz hektarlık alanı suluyordu. Öyle inşa edilmişti. Şimdi, iki bin sekiz yüz elli veya üç bin elli  hektarlık alan sulanma durumundadır. Neredeyse iki bin hektarlık alan tarım arazisi olmaktan çıkmış. Bunun sebebi ne ola ki? Bir cevap alsak da aydınlansak. Cehaletimiz gitse, mutlu olacağız...

Bilgi edinmeniz dileğiyle...

******

Düşünmeye, okumaya, yazmaya ve konuşmaya devam...