İbadet için toplandığımız, birbirimizden haber aldığımız, yaşlılardan edep ve erkân öğrendiğimiz, şefkatli bakışların olduğu bir mekân...
Bu binaları severim. İnsana huzur verir. Bir de inançlı insanların ikinci evleri gibi sahiplendiği yerdir.
Cami âdâbı dediğimiz bir olgu da vardır. Konuşmalar bile sessizce olur. Burada, kötü söz söylenmez... Türkçe konuşulur ve sözcükler seçilerek ifade edilir. En yaşlı kişi camiden çıkmadan, cemaat camiyi terk etmezdi... Sanki, görünmez bir protokol vardı...
Cami cemaatinin en genci çocuklar olurdu ve onların içerideki her davranışı hoşgörü ile karşılanırdı...
Dini hayat için güzel günlerdi...
Camileri boş mabetler haline dönüştürmek de son yirmi beş yılda oluştu. Belki daha önce de vardı da biz farkında değildik...
Önce, Vahhabi Araplar, bu işe girişti... Osmanlı'nın Kabe' yi korumak için yaptırdığı Ecyad Kalesini yıktılar... Sonra, oraya dünyevi bir put gibi saat kulesi adıyla devasa oteller yaptılar.
Kabe, bu binaların yanında, görünmez bir nokta olarak kaldı.
Kabe de böylece dünyevileştirildi ve bu yüzyılın yeni putlarıyla ezildi...
Osmanlı, camiden büyük olacak ve onu kaybedecek, görünmez kılacak hiçbir binayı yapmadı...
Uzaktan, bir yerleşim alanına baktığınızda, o yerin hangi inanç sistemine ait olduğunu görüp bilirdiniz... Yani, orası İslam Ülkesi ydi...
Şimdi, çok katlı binalar içinde kaybolmaya yüz tutmuş
camilerimizin olduğu şehirlerimizin var.
Çünkü, biz dünyevileştirildik. Toplumsal hayatımızdan camileri çıkarttık.
Cuma günleri, birbirimizin yüzüne bile bakmadan hızlıca namazımızı kılıp, içi boşaltılmış hutbeleri( iki veya üç hadis ve bir ayet anlatılacak) dinleyerek, koşar adım, camileri terk ediyoruz...
Çocukluğumuzun cami muhabbetlerini özlüyoruz.
İstanbul, Ümraniye'ye bir vesileyle gitmiştim. İlk gidişim ve çevreyi keşfetme duygusuyla etrafa bakarken çok katlı binalarla hapsedilmiş bir cami gördüm. Uzaktan, binalar arasında kaybolmuş.
Camiler, şimdi de fonksiyonunu yitirmiş gibi!
İlk defa o zaman, yüreğimin daraldığını hissettim. Bu gidişin, iyi bir gidişat olmadığını gördüm.
Yazık! demiştim.
Anadolu'nun birçok şehri de son yirmi beş yılda bu hücuma uğramış.
Burası da başka bir il...
Ruhunu kaybetmiş bir semt... Yerleşim alanı...
Biz ülkemizin, bir İslâm Ülkesiolduğunu saklamak için her türlü tedbiri alıp hayata geçiriyoruz, herhalde...
Bunlar, bir de İslâmı öncelediğini ifade eden bir iktidar döneminde oldu ve hâlâ yaşamakta...
Bu durum, yürek acımı artırıyor. Beni üzüyor. Camileri görünmez yapan bir zihniyeti kabullenmek mümkün değil.
Herhalde, bu dönemi tarih kitapları şöyle yazacak Cami dostu, diye gelip camilere en büyük kötülüğü yapanların iktidarda olduğu bir dönemdi, diyecekler.
Her yerdeki maddi ve manevi yıkımı perdelemek ve halkı kandırmak için Üsküdar Sırtları na o, büyük camiyi yaptırarak, günahlarınızdan kurtulacağınızı mı zannediyorsunuz
Zararın neresinden dönerseniz kârdır...
Toki uygulamalarınız, medeniyetimize uygun olmalı... Kültürel ve dinî hayatımıza katkı sunmalı... Bizi, dinsiz bir toplummuş gibi gösteren tavırdan vaz geçilmeli... Siz, dünya malı ve zevklerinden kâm alma derdinde olabilirsiniz... Hatta, maddenizi doyurmak için Türkiye Cumhuriyeti'nin bütçesi bile bu iştahınızı durduramayabilir...
Siz, hangi ara yetiştiniz de materyalistlerden daha fazla maddeperest oldunuz...
Bence, saf, temiz, pırıl pırıl bir Türk Milleti'ni, nereye getirip nereye götürdüğünüzü bilerek, bu işlerden vaz geçin derim.
Milletimizin yakasından düşün!
Yeter artık!
Ülkemizin, Türk Ülkesi'nin üniter yapısına verdiğiniz zararı görün ve maddenizi de yanınıza alıp kaybolun, derim.
Sizin verdiğiniz zararı, telafi etmek için yarım asır, gerekir diye düşünürüm.
Bunu, benim görmem, mümkün değil... Belki torunlarımız görür... Mutlu, müreffeh, dini hayatı sevgi ve saygı içinde yaşayan, kimsenin kimseye yalan dolanla kumpas kuramadığı, bilinçli fakirleştirilmenin kimsenin aklından geçmediği, hukukun üstünlüğünün de gerçek anlamda uygulanıp görüldüğü, bir toplumda yaşamak, ne güzel olur...
Siz, bize güzel hayal bile kurdurtmuyorsunuz...
Yapmayın!
Asil Türk Milleti'nin kıymayın...
Biz de tarihe not düşmek için, böyle bir beyanda bulunduk... Hani, bunlar olurken bu kişileri kimse uyarmadı mı sorusuna karşı, en azından, adamın biri çıkmış, yazmış; ama, kimse okumamış, duymamamış veya duymak istememiş... İşte şu kişi yazmış, diyecekler...
Evet!
Biz, görevimizi yaptık...
Bilgi edinmeniz dileğiyle...
Düşünmeye, okumaya, yazmaya ve konuşmaya devam...