Türkiye'de 'çevre' üzerine yapılan bir programın adı...

Türkiye'de "çevre" üzerine yapılan bir programın adı... TRT Radyo-1'de her cumartesi günü saat 22:00'da yayınlanan ve yapımcılığını Sayın Ebru Karakaya'nın; hazırlayan ve sunan olarak da Sayın Harun Yöndem'in görev aldığı bir "çevre" programı...
Her hafta cumartesi günü gelsin ve yeni bilgiler öğrenelim, diye beklediğimiz bir program...
Alanının en büyük uzmanlarının çağrıldığı, yeni fikirlerin sunulduğu, cehalete savaş açmış bir program...
Çevre meselelerinin çözümü için mükemmel bilgiler sunulmakta...
Çevre meselelerinde daha farklı bakış açılarını da edinmeniz sağlayan bir program... Her programı takip ediyor ve notlar alıyorum...
Bu programın konuklarından  birisi de Bilim Adamı Sayın Prof. Dr. Durali Yılmaz Hocamızdı...
Hocamız, Türk Kültür Tarihinde izler bırakacak eserler ortaya koydu...
Onun, gündemimizde hep olan Ayasofya Camisi üzerine yazdığı romanı "Ayasofya Dile Geldi" romanının Mısır'daki da yayınlandığını ve El Hayat'ta, bu roman üzerine tam sayfa bir yazının yayınlandığını da yine Hocamızın anlatımından öğreniyoruz...
Aynı romanın İngiltere 'de de yayınlandığını öğreniyoruz. Şimdiye kadar da iki yüz elli bin nüsha yayınlandığını Hocamız, dinleyiciye aktarmış oldu..
Bir Türk yazarın eserinin yurt dışında bu kadar çok ilgi görmesi bizi de mutlu kılmıştır...
Hocamızın çalışmalarını devlet, biz sıraya koyup yayınlayalım, diyor. Özel sektör, biz de yayınlarız, demektedir.
Osmanlı öncesi, toplum hayatı ve dini yaşayış Kitab-ı Mukaddes'e göre şekillenirken   Osmanlıdan sonra Ayasofya ve çevresi Kuran'a göre şekillenmektedir.
Batı'ya kültür eserlerini tanıtma işini yapan bazı bilim insanlarının gayretlerini takdirle karşılıyoruz. Yine, İtalya' da Anna Masala'nın çalışmaları, kültür aktarımı açısından önemlidir...
Fetva Yokuşu, Romanda insan faktörünü ön plana çıkarır ve onun olgunlaşma, acı, çile, buhranlı günleri az hasarla geçme iştiyakını bizi aktarır... İyi bir gözlemler eser bize muhiti ve zamana karşı mücadelede geriye kalanların kıymetini de aktarır.
Romanımız, "bizim insanımızı ve onun yaşadığı çevreyi ne kadar anlatıyor?" sorusuna da cevap bulmalıyız...
Roman sanatı ve toplum, roman kavramı ve Türk toplumu soruları karşısında;Tanzimat'tan bu yana Türk Romanı bir adım ileri gitmemiştir, demek mümkün...
Bizden sadece dışarıdan bakmak vardır. Ahmet Mithat Efendi'de bile sadece durum tespiti vardır.
Günümüzde yirminci yüz yıl n başındaki düşünce yapısına erişebildik mi? Buna evet, demek mümkün değil...
----Peki! O zaman Edebiyat okuyucusu azalıyor mu?
---- 1940'lı yıllarda okuma oranı daha fazlaydı.
Okur yazar oranı hızla azalmaktadır...
Okunmak için yazılan ve basılan eserlerin toplam satışı on bini bile bulamamaktadır.
Bizden okuma oranı %2 kadardır. Bu dünyada %17 kadardır...
Türkiye'de bir eser en fazla beş bin adet basılmaktadır.
Bu da, eğitim sistemimizin olumsuz etkileri vardır. Bizde de bakalorya sınavı vardı. Bu bilimi, bilgiyi önemseyen ve okumayı gerektiren bir durum yaratıyordu. Bu olgunluk sınavı kaldırıldı ve okur yazar oranımız düşmeye başladı...
Fransa'da da bakalorya sınavı kaldırıldı. Okur yazar oranı da düştü. Sonra, tekrar bakalorya sınavı konuldu ve okur yazar oranı arttı.
İnsanoğlu, dilini çevreye bakarak oluşturuyor, geliştiriyor.
Biz, yaşadığımız çevreye sahip çıkmalıyız ki, geleceği doğru, sağlam bilgiyle inşa edelim, olgunlaştıralım...
Orhun Kitabeleri'nde bile, bilgelerimiz, hakanlarımız önce çevreyi anlatmakta, sonra siyasi ve toplumsal olaylar anlatılmaktadır... Buna dikkat etmek gerekir...
Dilin işlekliği, zenginliği ilk eserlerle tespit edilebilir. 12.yüz yıldan önce  Fransa, Frankça;16.yüz yıldan önce İngiltere'de İngilizce dili yoktu...
Dil disiplini daha sonra oluştu. Edebi metinler görülünce dil gelişmeye başlar. Bu yüzden Türkçe, bu dillerden daha eski bir dildir.
Biz, dilimizle fakirliğimizi ve fakir çevreleri izi anlatmakta da zorlanıyoruz. Dünyaya, sadece şu stüdyo içinden bakarsak neyi görebiliriz ki?
Çevreye zengin bir dille bakan her şeyi daha iyi görür ve kavrar...
Fransa'da seçimler vardı...
Oradan, liderler kozlarını karşılıklı münazara ile paylaşırlar ve halk da buna göre tercihini yapar...
Bu münazarada adaylardan Destang, yirmi bin kelimeyle konuşuyor... Mitterand ise yirmi bir bin kelimeyle konuşuyor.
Seçimde daha fazla kelimeyle konuşarak  kendisini ifade eden aday olarak Mitterand kazanıyor...
Bizden ise en fazla kelime kullanan Peyami Safa bile yedi bin kelime kullanmış.
Shakespeare on yedi bin farklı kelime kullanmış;bizim Yunus Emre ise iki bin kelimeyle derdini anlatmış...
Durali Hocam,
Şiirlerinde ise iki bin farklı kelime kullanmış...
Fuzuli ise Peyami Safa'dan fazla on bin kadar farklı kelime kullanmıştır.
Fransa'da, bir sözlük okuma geleneği vardır. Bu, onların kültürel alt yapısını geliştirmektedir. Biz de ise yüz yirmi beş bin yaşayan kelimemiz var. Mimaride Sinan, şiirde de Baki bu kelime zenginliğine eserlerini vermiş oldular.
Bu yüzden on altıncı yüz yılı görkemli bir yüz yıl olarak algılıyorum.