Okyanus ötesinden gelerek dünyaya adalet dağıtacağını ve tüm insanları imana getireceğini ifade eden Evangelistler,önce, dünyanın en sapık milleti olarak gördükleri Yahudileri imana getirmek istediler

Okyanus ötesinden gelerek dünyaya adalet dağıtacağını ve tüm insanları imana getireceğini ifade eden Evangelistler,önce, dünyanın en sapık milleti olarak gördükleri Yahudileri imana getirmek istediler...
Onlara göre, Yahudiler "Filistin'de" olmalıydılar...
Boston'dan gruplar halinde Filistin'e geldiler...
Filistin'de imana getirecekleri Yahudi bulamadılar... Sonra, tüm Osmanlı Coğrafyası'nda faaliyetlerini sürdürdüler... Balkanlardan Basra' ya, Kahire'den Trabzon'a kadar her yerde okullar, dispanserler, iş yurtları, kreşler, kurslar açtılar... Bu okullara önce herkesi aldılar;fakat, daha sonra bu okullarda okuyup aldıkları eğitimin sonucu istavroz çıkartmaya başlayan müslüman çocukların anne ve babaları, çocukları Hıristiyan olmasın diye çocuklarını bu okullardan almaya başladı... Zamanla bu okullarda, az sayıda Yahudi;ama çok sayıda Ermeni ve Rum çocukları eğitildi... Gregoryen ve Ortodoks olan Ermenilerle Ortodoks olan Rum çocukları Protestan olmaya başladı... Bu çocuklar, lise eğitimini bu yerlerde, üniversite eğitimini de İngiltere ve Amerika'da aldılar... Bizim toplumumuzun en aydın ve eğitimli kişileri bunlar oldu... Tüm mesleklerde en önde bunlar vardı... İşte bu dönemde,Ermenilerin  yanında çırak ve amele olan Türkler, devleti yönetiyor;yani, zır cahiller devleti yönetiyor, diye hayıflandılar ve" biz bunlara tabi mi yaşayacağız? "diye içten içe bilenmeye başladılar... Misyoner okullarında yönetici ve öğretmen olanlar da, tam bir ajan gibi çalıştılar... Osmanlı ülkesinin haritalarını çıkarttılar, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini tespit ettiler... Hangi topluluklar nerede çok yaşıyor tespit yaptılar... Ortak yaşanılan yerlerde, dağa, dereye, tepeye, Türkler, Ermeniler, Rumlar, Araplar, Yahudiler ne diyorsa hepsini haritalara işlediler... Yani, Türklerin ülkesini Türklerden daha iyi öğrendiler...
1820'li yıllarda başlayan bu faaliyetler Amerikan iç savaşından sonra(1861-1865) daha da arttı... Tüm Osmanlı Coğrafyası, Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Avusturya okullarıyla doldu taştı... Bizim padişahımız efendimiz hazretleri de bu işe cevaz verdi... Toplumumuz cehalet içinde sürünürken ve devletin tüm yükünü Türkler çekerken bizdeki azınlıklar da, zevk ve sefa içinde yaşayıp zenginleştiler... Bizim, en dinamik ve cevval gençlerimiz de, savaş meydanlarında, cephelerde kırılmaktaydı... İngiltere, Osmanlı toprak bütünlüğü politikasından vazgeçmiş ve artık Osmanlı yıkılsın istiyordu... Ruslarla anlaştılar... Sonra, Fransızlarla anlaştılar... İtalyanlarla anlaştılar... Osmanlının tarihten silinmesi için zamanı kolladılar... Bu arada, bizim gümrük memurlarına rüşvet vererek makine parçası, diye Amerikan iç savaşından kalan silahları bizim limanlarımızdan, bilhassa İskenderun'dan yurda soktular... Kiliseler ve Amerikan Misyoner Okuları vasıtasıyla tüm yurda dağıttılar... Kiliseler ve misyoner okulları bir üs gibi görev yaptı... Tüm Ermeniler ve Rumlar silahlandı... Taşnak ve Hıncak grupları kilise toplantılarında hedeflerini açıkladılar... Bu arada, yüzyıllardır birlikte yaşadıkları Türklere bunun yapılmasının yanlış olduğunu ve Osmanlının kendilerinin de, devleti olduğunu söyleyen Ermeni önderlerini öldürdüler... Sonra, tüm Ermenileri silahlandırıp Türk ve Müslüman köylerini haritadan sildiler... Biz, feryat ettikçe, bizim feryadımızı hiç kimse duymadı... Batı, tıpkı Ruslar gibi bizim topluluklarımıza medeniyet getiriyordu... Genosid'in adı medeniyet getirmekti...Bu eşkiyalar, bize bol bol medeniyet getirdiler... Köyler, camiler yakıldı... Kuyular, canlı canlı Türklerle doldurulup üstü taşlarla örtüldü... Erkekler öldürüldü... Kadınların ve sekiz yaşına kadar kız çocukların ırzına geçildi ve sonra öldürüldüler... Hamile kadınların bebeğinin cinsiyeti için iddiaya girdiler... Bebeğin cinsiyetini öğrenmek için Hamile Türk kadınlarının karnını deştiler... Sonra, aaa! Bu erkek çocuğu... Aaa! Bu kız çocuğuymuş diye yere çaldılar... "Türk çocuklarının kalbi nasılmış?" diye canlı canlı kalbini sökerek minik kalbi birbirlerine gösterdiler... Türk gençlerinin derilerini canlı canlı yüzdüler... Bu zulümden kaçıp kurtulan ve  iffeti lekelenmiş Türk kadınları, böyle yaşamaktansa ölmek daha iyidir, diye ilk buldukları ağaca kendilerini asarak, intihar ettiler... Karadeniz Bölgesi, Doğu Anadolu Bölgesi, Çukurova Civarı, Güneydoğu Anadolu Bölgesi bu acılarla kıyameti, cehennemi bu dünyada yaşamış oldu...
29 Ekim 1914 tarihinde, Karadeniz'deki  Rus  Limanlarına yaptığımız baskınla bizim açımızdan, 1. Dünya savaşının, fiilen başlamasına biz sebep olduk... Hem Batı 'da Çanakkale' de hem de Doğu'da Sarıkamış cephesinde savaşa başladık... Şark Cephesi'nde savaşmak üzere bu bölgeye yakın tüm yerleşim alanlarından 20-45 yaş arasında ne kadar erkek varsa silah altına alındı... Köylerde, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar kalmıştı... Rusların isteğini yerine getirmek için silahlı Ermeni teröristler, savunmasız Türk köylerine girerek etnik temizlik yaptılar ve bu arada, ordumuzun ikmal yollarını da kesmeye başladılar... Savaş, kış şartlarının da etkisiyle bizim için bir faciaya dönüştü...
Hem anne dedem Recep hem baba dedem Emin bu mücadelede şehit düştü...
Ruslarla Ermeniler, Giresun Harşit Irmağı'na kadar geldiler... Ayrıca, Erzincan, Erzurum, Muş Bitlis, Van, Ağrı, Bingöl ve Tunceli' ye kadar olan bölge işgale maruz kaldı... Saltat denen yerli işbirlikçiler de, Ruslara iyi hizmet ediyorlardı...
İşgal edilen bu bölgelerde 12 yaşın üstünde ne kadar erkek çocuk ve genç varsa toplanmaya başladı... Gerekçeleri de, yol yaptıracağız, hem para vereceğiz hem de karnınızı doyuracağız, diye halka şirin gözüken Ermeni Çeteleri ve onlara kol kanat geren Rus askerleri, topladıkları bu  gençleri köylerden biraz uzaklaştıklarında, ellerini bağlayarak bir hizaya getirip karşılarına geçerek topluca kurşuna dizerek öldürdüler... Türk insanına genosid uyguladılar...
İşte bunlardan iki tanesi de benim dedemin ağabeyleri olan Emin Oğlu Mehmet (1313 doğumlu) ve Emin Oğlu Yusuf(1318 doğumlu) büyük amcalarımızdı...
Çevre köyler de dahil topladıkları gençleri 12-09-1332 tarihinde, Giresun- Görele - Maksutlu Köyü, Dikmetaş mevkisinde, kurşuna dizdiler... Rus askerleri arasında bulunan bazı Kazak askerleri, bu gençlerin elleri bağlanırken biz sizi vurmak için karşınıza geçtiğimizde havaya ateş edeceğiz, siz de vurulmuş gibi yapıp cansız yatın... Gece olduğunda, bu çakıyla iplerinizi keserek kaçın, demişler... Buradan kurtulan birkaç amcayla 1964 yılında konuşmuştum... Yine Rahmetli Babaannem, biz ufak uşaktık, Ermeniler  ve Ruslar bizim çocukları götürüyordu... Yusuf daha küçüktü... Onu almak istemediler... O, Ağabeyim nereye giderse bende gideceğim, dedi... Sen de gel bakalım, dediler... Yusuf, Ağabey'in elini tutarak bilinmeze doğru, Ermeni'nin insafına doğru gitti... Yusuf, çok yavuz uşaktı, diye hem ağlar hem de anlatırdı...
Dikmetaş, katliamından sonra, Ermeniler ve Ruslar, milli kuvvetler gelip savaşır, diye burayı terk ederler... Köylüler, tanıyabildikleri şehitleri kendi mezarlıklarına taşırlar...
Şehit Yusuf Amcam'ın annesi, büyük Babaannem Ayşe, Dikmetaş'a gelir ve ağıt yakar:
Kınalı Kuzum! Sana ne oldu? Sana ne ettiler?
Sana ne yaptılar?
Babaannemin çığlıkları semaya doğru çıkıyor;ama, onu duyacak ve derdine derman olacak kimse yoktu...
Türk çaresizdi...
 Sahipsizdi...
Dünya' da, insan yiyen timsahların bile sahibi vardı ;ama, mazlum ve mağdur Türk'ün sahibi yoktu...
Sahipsizdi...
Göz yaşlarımızla...
Durakları cennet olsun...
Dua ile...
******
 Türkler, Ermenilere soykırım yapmışlar ha!
Has s...... oradan Biden Efendi...
Dedelerimin hesabını ver...
Puşt!