Çok güzel bir kitaba başladım. Kaynak yayınlarından. Yazan: Sofi Tram-Semen. Kitabın ismi: “Nart boyu Türkleri, Hun-Karaçaylıların mitolojisi.”

Çok güzel bir kitaba başladım. Kaynak yayınlarından. Yazan: Sofi Tram-Semen. Kitabın ismi: “Nart boyu Türkleri, Hun-Karaçaylıların mitolojisi.”
Çok aramama rağmen, kitabın yazarı Sofi Tram-Semen hakkında fazla bilgiye ulaşamadım. Sofi, özellikle Nart Boyu Hun Türkleri üzerine yaptığı araştırmalarla tanınmakta. (Yanılmıyorsam) Rus vatandaşı. Deşt-i Kıpçak olarak bilinen, Orta Asya’nın batısından başlayıp Tuna nehri kıyılarına, kuzeyde Orta İdil bölgesine, güneyde Kırım’a kadar uzanan coğrafyada irili ufaklı Türk boyları yaşamışlar. Burda, “Bindağ” veya “Sonsuz Dağ” olarak anılan Elbruz dağının eteklerinde yaşayan ve Karaçaylı olarak adlandırılan Nart Boyu Hun Türklerinin mitolojileri, inançları, gündelik yaşamları kitabın ana konusunu oluşturmakta. Elbette ki bir tek Türk boyunun tarihçesi ve inançları tüm Türk boyları hakkında tam bilgi sağlamaz. Fakat, bu boylar hemen hemen aynı köklerden geldikleri için yine de üstünkörü fikir sahibi olunabilir.
Türkler, yaklaşık olarak MS 670’li yıllardan başlayıp düzenli olarak Arap saldırılarına uğradılar. Dericilik, kağıt üretimi, altın üretimi gibi işlerle meşgul olan Türklerin zenginliği Arapların dikkatini çekmekteydi. Türkler çok önemli şehirleri olan Buhara, Semerkant, Talkan, Baykent gibi şehirlerini birer birer Araplara kaptırdıktan sonra, Araplar bu şehirlerde sistemli bir asimilasyona başladı. İlahiyatçılar her ne kadar dinde zorlama olmadığını söyleseler de, tarihin her döneminde, kazanan tarafın kendi dinini diğer tarafa kabul ettirdiği de inkar edilmez bir gerçektir. (Amerika kıtasına giren İspanyol ve Portekizli fatihlerin, bizzat yerlileri kullanarak kiliseleri nasıl inşa ettiğini ve yerlileri yüzyıllar içinde nasıl hristiyanlaştırdıklarını inceleyin. Çok kanlı bir süreçtir.) Yönetimi ele geçiren Araplar, buralara kendilerinden idareciler atadılar. Mani ve Budist tapınakları yıkıldı, bunların yerine camiler yükselmeye başladı. Bu tarih süreci ayrı bir konu olduğu için uzatmıyorum. Dileyenler kitapçılarda bu konuda çalışmalar bulabilirler. Uzun yıllar içinde Türkler kendi tarihlerini, öz kültürlerini ve islam öncesi inançlarını nerdeyse tamamen unuttular. Geriye sadece, şamanlıktan gelen bazı yerel adetler kaldı. Beyliklerden imparatorluğa giden yolda, teoloji de buna bağlı olarak gelişti, detaylandırıldı ve ancak bazi “alim” kişilerin anlayabileceği kadar karmaşıklaştı. Bu, sanırım pek çok antropologun, tarih araştırmacısının dikkatini çeken bir husustur. Okuduğum kadarı ile diyebilirim k, tarihte pek az kavim Türkler kadar asimile olmuş ve öz köklerinden koparılmıştır. Bu hususa Ortadoğu tarih ve siyaset analizcisi Bernard Lewis “Modern Türkiye’nin Doğuşu” kitabının önsözünde değinir. Lewis, zaman içinde Türklükle islamlığın içiçe geçtiğini, özdeşleştiğini ve Türklerin islam öncesi döneme ait tarihlerinin, inançlarının, kültürlerinin hafızalardan nerdeyse tamamen silindiğini vurgular.
Türklerin islamlık öncesi dininin Şamanizm olduğu kabul edilse de ben buna itiraz etmek isterim. Esasen, Şamanizmin bir din olarak kabul edilip edilmeyeceği bile tartışmalı bir konudur. Benim okuduğum kadarı ile, Şamanizmi başlı başına bir din olarak görmek yerine, tüm kabile-boy dinlerinde rastlanabilecek “sağaltıcı, iyileştirici, büyücü-hekimlik” olarak kabul etmek, sanırım daha gerçekçi olacaktır. Şamanizm olgusuna sadece Asya steplerinde değil, Kuzey Amerika yerlilerinde, Afrika içlerinde rastlamak mümkündür ve antropologların bu konuda olguda zengin gözlemleri bulunmaktadır. İyileştirici, sağaltıcı, büyücü-hekim olan Şaman, tüm bu kültürlerde ayrıcalıklı bir konuma sahiptir ve göğün üst katlarında yaşayan ölülerle, insan ötesi varlıklarla temasa geçebildiğine inanılır. Tıp ilminin şimdiki gibi teknik ve akademik standartlara oturmadığı çağlarda, Şamanların biraz bitkiler, biraz dualar ve toplum psikolojisini etkileyen ritüeller aracılığı ile iyileştirici görevler yapmalarını anlayışla karşılamalıyız.
 
Devam Edecek..