Konumu bakımında birçok medeniyete ev sahipliği yapan ilçelerden biri Gelibolu. Çanakkale’nin de Avrupa yakasındaki en önemli ilçesi. Gelibolu tarihinin milattan önceki yıllara dayandığı tahmin ediliyor. Birçok antik medeniyete ve sahipliği yapan Gelibolu’nun adı hakkında da farklı rivayetler var. Galya diyarı anlamına geldiği de söyleniyor. Güzel şehir Kalli Polis kelimesinin dönüşmesiyle Gelibolu olduğu da. Gelibolu’nun kelime anlamı: iyi ve güzel şehir. Eski ismi ise: Galli Polis. Bu yüzden yabancılar buraya Galipoli olarak biliyor. Gelibolu bir çok önemli tarihi esere ev sahipliği yapıyor.

 

Yörenin tarihi hakkındaki yazılı kaynaklardan elde edilen ilk bilgiler: MÖ.1200 yıllarında, Hititler parçalanınca, Frigler ve onları izleyen Lidyalılar: Avrupa’dan Anadolu’ya geçerken, burayı kullanmışlardır. Takip eden tarihi süreçte ise, burada birçok uygarlık, hakimiyet kurmuştur. Roma döneminde ise, burada bir kale kurulmuştur. Bizans döneminde: Gotlar ve Hunların saldırıları görülür. Bu dönemlerde: Gelibolu kalesi: önemli bir liman ve ticaret merkezi haline gelir. Haçlılar; buradan geçerek Anadolu’ya ulaşırlar. 1204 yılında bölgede Latin istilası görülür. Bizans’ın son dönemlerinde ise: Orhan Bey oğlu Süleyman Bey komutasındaki Osmanlı güçleri: yöreye gelirler. Çimbihisar: Süleyman Paşa’ya, üs olarak verilir. Burası: Osmanlılar için, uzun yıllar bir dayanak noktası olarak kullanılır. 1354 yılında ise, Gelibolu, tamamen Osmanlıların hakimiyetine girer ve İstanbul’un fethine kadar da, bir askeri deniz üssü olarak kullanılır. İstanbul’un fethinden sonra ise, Gelibolu: bir sancak ve sancak merkezi olur. Osmanlı ordusunun başındaki Kaptan-ı Derya: burayı merkez edinir. 1915 yılında ise, Çanakkale muharebelerinde, yöre bombalanır ve büyük tahribatlar oluşur. 1920 tarihinde, Yunanlılar tarafından işgal edilen ilçe, 1922 yılında, işgalden kurtarılır. Cumhuriyet dönemi başında vilayet merkezi olmasına rağmen, 1926 yılında, ilçe merkezine dönüştürülmüştür.

GAZİ SÜLEYMAN PAŞA TÜRBESİ

Bolayır bölgesinde,  Saroz körfezinde, denize bakan bir tepe üzerindedir. Süleyman Gazi 1356 yılında, Rumeli’ye ilk geçen Osmanlı komutanı olarak biliniyor. Ancak, genç yaşta, 43 yaşında, bir av sırasında, atından düşerek hayatını kaybetti. Vasiyeti üzerine buraya gömüldü. Türbede: 1549 tarihli bir onarım yazıtı var. Duvarlar: kalın kesme taş ve tuğla sıralıdır. Kubbenin kasnağında: 4 pencere görülmektedir. Kabir: 30 cm.lik bir seki üzerindedir ve ince levha mermerle kaplanmıştır. Burada ilginç ve doğruluğu teyit edilemeyen bir durum var. Süleyman Paşa’nın ayak ucunda: kendisiyle birlikte ölen atı da gömülüdür. Kabirlerin çevresinde: pirinç parmaklıklar var. Süleyman Paşa’nın uzun süre bu türbede muhafaza edilen sırmalı kavuğu: İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesine ve oradan da, Topkapı Müzesine nakledilmiştir. Bu yapı, Avrupa kıtasındaki en eski Osmanlı eseri olarak öne çıkıyor., Orhan Gazi’nin oğlu Rumeli fâtihi Gazi Süleyman Paşa’nın Fâtih Sultan Mehmed devrinde düzenlenmiş vakfiyesinden ve aynı döneme ait vakıf tahrir defterlerinden Bolayır kasabasında cami, zâviye, imaret, kervansaray ve türbeden oluşan bir külliye yaptırdığı anlaşılmaktadır. Gelibolu yarımadasının kuzey ucunda Trakya kıyısında yer alan ve Çanakkale’nin ilçesi olan Bolayır, Rumeli fütuhatına katılmak üzere Anadolu’dan gelen askerî birliklerin hareket noktasıydı. Adı geçen belgelerde imaret veya zâviye diye anılan söz konusu yapı topluluğundan günümüze kadar cami ile türbe gelebilmiş, diğer birimler ortadan kalkmıştır. Dikdörtgen bir alanı kaplayan cami kâgir duvarlı ve kırma çatılıdır. Almaşık duvar örgüsü kaba yontulu kesme taşlar ve değişken tuğla sıralarından oluşur. İçeriden 9,05 × 10,75 m. boyutlarında olan harim iki sıra halinde düzenlenmiş pencerelere sahiptir. Her duvarda ikişer adet olan dikdörtgen biçimindeki alt pencereler kesme taş sövelerle kuşatılmış ve tuğla örgülü sivri hafifletme kemerleriyle taçlandırıldı. Kuzey (giriş) cephesinin ekseninde yer alan basık kemerli giriş sivri kemerli bir nişin içine yerleştirildi. Diğer cephelerde alt pencerelerin üstüne isabet eden ikişer adet sivri kemerli tepe penceresi mevcuttur. Kare kaideli ve silindir gövdeli bodur minare harimin kuzeybatı köşesinde yükselir. Dıştan bir payandayla takviye edilen mihrapta yalnızca mukarnaslı kavsara özgün kalabildi. Alt kısmında sivri kemerlerin sıralandığı minberin korkuluğu kabartma geometrik geçmelerle süslüdür. Minberin kaş kemerini taçlandıran palmet biçimli alınlığın alt kesiminde kırık kaş kemerciklerle son bulan bir kartuşun içinde sülüsle yazılmış kelime-i tevhid, bunun üzerinde palmeti dolduran rûmî kabartmalar mevcuttur. 1549 yılında tamir edildiği manzum kitâbesinden anlaşılan kare planlı (7,80 × 7,87 m.) türbenin duvarları Cumhuriyet dönemindeki bir onarımda bir sıra tuğla, bir sıra kesme taştan almaşık örgüyü taklit eden boyalı sıva ile kaplanmıştır. Doğu cephesinde giriş, diğer cephelerde birer adet mermer söveli dikdörtgen pencere vardır. Sekizgen kasnağa oturan, içten sekizgen piramit, dıştan kubbe şeklindeki örtü, Osmanlı mimarisinde alışılmamış bir görünüm arz etmekte olup Selçuklu kümbet tasarımından izler taşımaktadır. Süleyman Paşa’nın bir seki üzerinde yer alan kabri XIX. yüzyılın ikinci yarısına ait, empire (ampir) üslûbunda dökme pirinçten parmaklıklarla kuşatılmıştır. Sandukanın özgün sırmalı kavuğu önce İstanbul’daki Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ne, oradan Topkapı Sarayı Müzesi’ne nakledilmiştir. Süleyman Paşa’nın ayak ucunda kendisiyle beraber ölen atının gömülü olduğu rivayet edilir.

ÇİMPE KALESİ

Çimpe Kalesi, 14. yüzyılın ortalarında Osmanlı Ordusu tarafından fethedilen, Balkan topraklarının güneydoğu kesiminde Gelibolu Yarımadası’nda yer alan bir kaledir. 1352 yılında Osmanlı tarafından fethedilmiştir. 14. yüzyıl ortalarında Osmanlı Türklerinin Çimpe Kalesi’ni alarak Rumeli'ye geçişi Balkanlar'ın tarihinde oldukça önemli bir dönüm noktası olmuştur. Belgelerde kalenin adı “Cinbi”, “Çinpi” olarak da geçer.
 
Rumeli’de yerleşme, İstanbul'un Fethi gibi, tarihte yeni bir dönem açan bir olaydır. Sultan Orhan’ın büyük oğlu Süleyman Paşa’nın gayretiyle, Osmanlılar, 1352’de ilkin Tsympe (Türkçede Cinbi) Kalesi’ni ele geçirmişler, iki yıl sonra, büyük stratejik önemdeki Gelibolu’yu işgal etmiş ve beş yıl içinde Trakya’nın güney bölgesini fethederek, Anadolu’dan asker ve halk getirip yerleştirmişler; böylece kısa zamanda Avrupa yakasında güçlü bir köprü-başı kurmuşlardır. Bu köprü-başı, Osmanlıların Avrupa’da Viyana önlerine kadar yayılan imparatorluklarının başlangıcıdır. 1329-1344 yıllarında İzmir’den donanması ile Trakya’ya deniz seferleri yapan Aydınoğlu Umur Bey, Balkan fetihlerini hazırlayan ilk büyük gazi beydir. 1357-59 yılları içinde Anadolu’dan Rumeli’ye göç devam edecek, Rumeli ucu güçlenecektir. Orhan’ın Süleyman için Bolayır’da yaptırdığı imarete ait 1360 tarihli vakfiyede bu bölgede Türkçe adlar taşıyan birçok köy ve çiftliğin kurulmuş olduğunu görüyoruz.
 
Bazı tarihçiler ve tarih kaynakları, Orhan Bey'in oğlu Süleyman Paşa'nın Edirne'yi kuşatan Bulgar ve Sırp kuvvetlerini bozarak Doğu Roma'ya yardım etmesi sonucunda kalenin hediye edildiği belirtilmiştir. Bu olay ile Osmanlı Devleti ilk kez Rumeli yakasında bir kale almıştır. Orhan Bey Çimpe Kalesi'ni Balkanlar'da askerî üs olarak kullanmıştır.

 

GELİBOLU MEVLEVİHANESİ

İçlerinde çile çıkarılan, derviş yetiştirilen 15. Mevlevi Asitanesinden birisi olan Gelibolu Mevlevihane’si 1621 yılında Azade Mehmet Dede ve dervişleri tarafından inşa edilmiştir. Dünyanın en büyük Mevlevihane’si olarak bilinen Gelibolu Mevlevihane’si, Gelibolu Hamzakoy’da bulunmaktadır. Oldukça geniş bir araziye ve büyük bir semahaneye sahip Mevlevihane’nin planı Galata Mevlevihane’si ile benzerlik göstermektedir. Gelibolu Mevlevihane’sinden bugüne kalan Hamzakoy askeri bölgesi içinde ve deniz kenarına yakın alanda bulunan semahane,  türbe ve taç kapıdan ibarettir. Mevlevihane’nin ilk kurucusu ve ilk postnişinini yeniçeri ağalarından Kara Hasan Ağanın Oldu Ağazade Mehmet Hakim Dede olduğu bilinmektedir. Mevlevihane kendisine izafeten Ağazade Dergâhı olarak anılmıştır. Mevlevihane’nin son şeyhi Burhaneddin Dede yedi dervişi ile birlikte 1. Dünya Savaşı sırasında dördüncü ordu emrindeki Mevlevi adayına katılıp üç yıl Şam’da kalmıştır. Gelibolu’nun düşman işgaline girmesi ile birlikte uzun bir süre cephanelik olarak kullanılan Mevlevihane’ye askeri hastane ve ek binalar yapılmıştır. Askeri alan içerisinde yer aldıktan sonra 1994 yılında Vakıflar Müdürlüğü tarafından satın alınmıştır. Daha sonra onarılarak 15 Eylül 2005 tarihinde Gelibolu Mevlevihane’si ziyarete açılmıştır. Şu anda Gelibolu İlçe Kaymakamlığınca kullanımı ve denetimi sürdürülen Gelibolu Mevlevihane’si Mevleviliği Osmanlı coğrafyasında yayılmasını sağlamıştır. Şu anda birçok semazen gösterilerine ev sahipliği yapan Gelibolu Mevlevihane’si, Gelibolu Yarımadası’nın en güzel eserlerinden biri olarak Gelibolu’da gezilecek yerler listenizde yer almalıdır.

FENER TEPESİ

 

Çanakkale boğaz girişini kontrol edebilecek konumda bulunan Gelibolu Feneri denizden 34 metre yükseklikte. Kâgir bina olarak inşa edilen ve 9 metre yüksekliğe sahip kulesinden çakan ışığı, 15 deniz mili uzaklıktan görülebiliyor. Osmanlı İmparatorluğu dönemi 1856 yılından bu yana görev yapan fenerin bulunduğu görkemli panoramaya sahip burun park olarak düzenlenmiştir. Osmanlı döneminde "kandil' ile başladığı denizcilere yol gösterme işlevini, günümüzde teknolojiye uyumlu devam ettirmektedir.

  Fener, Çanakkale Boğazı'ndan geçen transit gemi kaptanlarının telsiz konuşmalarında dile getirdiği "Gelibolu Light House' yani "Gelibolu Feneri' sözcüğü ile tüm dünya denizcileri tarafından bilinmektedir. Fenere giden yolun başında Hallacı Mansur Türbesi, fenerin yanında ise Azebler Camii namazgâh görülürken, çeşitli yerlerde oturup feneri ve denizi seyrederek dinlenme imkânı bulunuyor. Fener ve gardiyan binası ulusal miras olarak Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğünce koruma altındadır.

ÇİLEHANE

Tasavvuf yoluna girenlerin manevi olgunluğa ulaşmak için insanlardan ayrılıp küçük bir odada yalnızca Allah’ı düşünmek, ona ibadet etmek, onun isimlerini anmak, susmak, az yemek, az içmek gibi uygulamalar ile zihnin Allah düşüncesinde yoğunlaşma yeteneği elde etmesinin sağlandığı bilinmektedir.

Bu uygulamanın temelinde Peygamber Efendimizin (S.V.S) peygamberlik gelmeden önce Hira Mağarası’nda bir süre insanlardan uzak kalması, yine Ramazan aynın son 10 gününde itikafa çekilmesi esas alınmış.

Yazıcızade Mehmet Efendi, çilehanedeyken rüyasına Peygamber Efendimizi gördüğünü ve kendisinden onu anlatan bir eser yazmasını istediğini belirterek yedi yılda Muhammediyye isimli eserini 1449 yılında burada yazmış.

 

YAZICIZADE MEHMET EFENDİ

Asıl adı Mehmed’dir. Yazıcıoğlu Mehmed Efendi, Şemsiyye adlı eseriyle tanınan Ankaralı Yazıcı Sâlih’in oğlu, Envâru’l Âşıkîn yazarı Ahmed-i Bîcân’ın ağabeyidir. Kaynaklarda doğum yeri hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Latîfî’ye (Canım 2000: 131) göre asıl vatanı Gelibolu’dur. İlk öğrenimini babasından aldı, bir yandan Arapça ve Farsça, diğer yandan manevî ilimleri tahsil etti. Daha sonra, Mollâ Zeynüddîn isimli Mısırlı bir âlimden ders okudu. Mehmed Efendi’nin; eserlerini hazırlarken Arapça fıkıh, kelam, tefsir, hadis gibi farklı ilim dallarına ait kitaplardan faydalanması, iyi bir tahsil gördüğünün en önemli göstergesidir. Yazıcıoğlu, kardeşi Ahmed-i Bîcân’la dönemin büyük mürşidi Hâcı Bayram-ı Velî’ye dolayısıyla Bayramiye tarikatına intisap etmişse de Latîfî (Canım 2000: 132), onun mürşit olduğuna dair herhangi bir malumatın bulunmadığını belirtmektedir. Ayrıca çilehaneye ne zaman girdiği ve orada ne kadar kaldığı da belli değildir. Sadece zaman zaman çilehanesinde inzivaya çekildiğini Muhammediyye’sindeki bazı beyitlerle delillendirmek mümkündür (Çelebioğlu 1998: 161).  Evliyâ Çelebi (1970: 318), tekkesinin ulu bir âsitâne olduğunu, Bayramiye tarikatından pek çok fukaraya ev sahipliği yaptığını bildirdiği Yazıcıoğlu Mehmed Efendi’nin vefat tarihinin 855/1451 olduğunu kaydetmiştir.

Sedat Uz