İnsan, nefes aldıkça tanrısal enerjiden bir parçayı sürekli kendine aktarmaktadır.

Kötü yola meyleden biri görüldüğünde ise, onun yeniden Teyri (enerji) ile bir olması için bazı dualar edilir:
Teyri ongartsın … Tanrı iyi tarafa çeksin.
Teyri angartsın … Tanrı kendine getirsin.
Toturdan ülüş atsın! …. Enerjisinden ikram etsin!
gibi … Yukardaki dualarda “Ongartsın” ve “Angartsın” kelimelerinin anlamları zaman içinde unutulmuştur. Ongartsın, “Onga barsın” iyi yöne gitsin gibi bir anlam ifade eder. Angartsın kelimesi ise folklorik etkilerle değişmiş; “acısın”, “calbarsın:
yalvartsın” gibi bir anlamda kullanılsa da, orijin itibari ile “ayıltsın, kendine getirsin” anlamını vermek daha doğru olacaktır. Gündelik konuşmada “angarmak, angartmak” aslında “uyanmak, (uyandırmak) bilinçlenmek, (bilinçlendirmek), idrak
etmek” demektir. Örnekler:
Men mınga angarıldım … Ben buna kulak verdim; (odaklandım)
Bu aythanın meni angartıldı … Bu söylediğin beni uyandırdı/dikkatimi çekti/bilinçlendirdi.
YILDIZLARIN YARATILIŞI
……………Kelimenin tam anlamı ile, hepimiz yıldız tozuyuz.
……………Carl Sagan, Kozmoz.
Evrenin ortaya çıkışı, yıldızların yayılması gibi gayet zor bir konuya sıra geldiğinde, Ortadoğu kültür mirasının üzerine konan semavi dinleri az da olsa eleştirmek kaçınılmaz olmakta. Bu konuya geleneksel yahudiliğin nasıl yaklaştığını bilmiyorum. Yahudi dostların görüşlerini katmalarını rica ederim. Fakat Hristiyanlık kısmen, İslamiyet ise çok aşırı bir şekilde, kendilerinden önceki dönemi bütünüyle kötülemek gibi bir tutum benimsemişlerdir. Ben yahudilik ve hristiyanlık teolojisi hakkında fazla bir şey söyleyemem; ama müslüman dostların bazı ön-yargılarını az da olsa kırmak isterim. Bazı tutucu Müslüman alimler, ta günümüze kadar gelen süreç içinde, İslamiyet öncesi dönemi “cahilliye” devri olarak damgalamışlar, nerdeyse tüm medeniyetleri düşkün, putperest, hiçbir ilimden nasip almamış vahşi topluluklar gibi göstermeye çalışmışlardır. Bir anlamda, her büyük medeniyet kendinden olmayanlara karşı dışlayıcı bir tutum takınır. Bunu anlayışla karşılamak gerekir. Lakin, çok kısa bir süre içinde Arabistan içlerinden İspanya kıyılarına varan müslümanların, diğer milletlerden aldıklarını da görmezden gelemeyiz. Şunu belirtmeyi bir borç olarak bilirim. Erken dönem İslamiyet medeniyetine
haksızlık etmek istemem. Gördüğüm kadarı ile, o dönemin müslümanları, bugünkü müslümanların dahi anlamakta zorlanacağı bir biçimde, açık görüşlü ve her tür düşünceye değer veren insanlardı. Bir Alman Sosyal Demokratı olan August Bebel “Hz Muhammed ve Arap İslam Kültürü Dönemi” çalışmasında; Basra, Kufe, Şam, İskenderiye, Bagdat ve çevre kentlerin nasıl birer bilim ve kültür yuvası haline geldiklerini çok çarpıcı örneklerle açıklar. Öyle ki, Kilisenin taassubundan bunalan her tür ilim ehli insan, bu kentlere gelir, halifenin koruyuculuğunda serbestçe ilmini geliştirir ve fikirlerini korkmadan ifade ederdi. Müslümanlar, karşılarına o dönemin panteistlerini, erken dönem maddecilerini ve ateistlerini alıp hararetli din ve fikir
tartışmaları yaparlardı. Bir mukayese yapmamız gerekirse, böyle bir serbestlik Katolik Kilisesinin hüküm sürdüğü topraklarda, rüyada bile görülemezdi. Yine aynı dönem içinde, müslümanlar, Avrupalıların da nerdeyse tamamen unuttuğu antik Grek düşünce mirasını yok olmaktan kurtardılar. Bu eserler Arapça başta olmak üzere dönemin bütün büyük dillerine çevrildi. Öyle bir manzara ortaya çıkmıştı ki, müslüman alimler Platon’u okumayanlara adam gözüyle bakmıyorlar, Aristotales’i bilmeyenleri hakir görüyorlardı. Bunun etkisi yüzyıllar sürmüş ve bütün büyük İslam düşünürleri, antik Grek mirasından etkilenmişlerdir.
Devam Edecek..