Öcal Oğuz hocam Aşure ile ilgili çok güzel bir yazı kaleme almış.

Öcal Oğuz hocam Aşure ile ilgili çok güzel bir yazı kaleme almış. Bildiğiniz gibi bu günlerde çokça aşure dağıtılıyor. Aşure ile ilgili birçok da yanlış bilgi veriliyor. Bu yüzden hazır zamanı da gelmişken bu güzel bilgiyi sizlerle paylaşmak istedim.
 
Aşure, Türkiye’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı Somut Olmayan Kültürel Miras Ulusal Envanterinde 1.035.02 koduyla kayıtlı bir kültürel mirası…
Aşure, görünüşte bir yemek, bir çeşit tatlı. Ancak bakliyatla baharatı, tahılla meyveyi şekerin tanıklığında, suyun kaynaştırıcılığında buluşturan bir derin hikâye…
Bu hikâye, Âdem’den Nuh’a, İbrahim’den Musa’ya, Yakup’tan Yusuf’a,  İdris’ten İsa’ya, Eyüp’ten Yunus’a, Nevruz’dan Kerbela’ya kültür ve medeniyetimizin var oluş, kurtuluş, diriliş, sabır ve acı ile kaynaşmasının hikâyesidir.
Bir kâse tatlının bu denli büyük bir ritüel, gelenek ve uygulamaya kaynaklık etmesi, tanıklık etmesi ve en önemlisi herkesi etrafında toplayabilmesi dışardan bakınca şaşılacak bir şey…
Ama şaşmamalı… Gelenek ve kültür aşurenin, aşure gelenek ve kültürün içinde kaynamış, hikâyeleri kadar tatları da birbirine karışmıştır.
Yakın geçmişte “çok kültürlülük” üzerinden bazı sosyologlar, domates, biber, soğan veya salatalık bir araya gelerek nasıl salatayı oluşturuyorsa toplumları da böyle görmek gerekir diyorlardı. Gerçi salata benzetmesinin Türk kültürü özelinde tutmamasını sanat ve estetikten yoksun oluşundan ziyade, ritüelsizliğinde, hikâyesizliğinde ve tarihsizliğinde de aramak gerekir.
Aşurede gözden kaçmaması gereken bir sihirli taraf daha vardır. Türk kültür ve medeniyeti insan ilişkilerinde uzlaşmayı, anlaşmayı, bir araya gelmeyi “bir kazanda kaynamak” deyimi ile anlatır. Bir kazanda kaynamak, hemhâl olmanın, karışıp kaynaşmanın, bağlanıp bağdaşmanın ifadesidir.
Aşurede olan; salatada olmayan budur.