Prof. Dr. Gülden Sağol Yüksekkaya Hocamızın geçmişe özlem duygusuyla yazdığı çevre üzerine bir yazısı... Bilgi edinmeniz dileğiyle...


Prof. Dr. Gülden Sağol Yüksekkaya Hocamızın geçmişe özlem duygusuyla yazdığı çevre üzerine bir yazısı...
Bilgi edinmeniz dileğiyle...
"1973 yılında ailecek İstanbul'a, Göztepe'ye yerleştik. Henüz küçük bir çocuktum, ama annemin babama "Bizi cennete mi getirdin Hüseyin?" dediğini çok iyi hatırlıyorum. Gerçekten de o zamanlar İstanbul cennet gibiydi. Sokaklarda ıhlamur ağaçları, bahçelerde mimozalar, süs havuzlarında nilüfer çiçekleri. Zeki Müren'in "Bahçevan" filmindeki gibi sokaklarda bahçe işi yapmak üzere "bahçıvan bahçıvan" diyerek dolaşan insanlar. İnsanlar mütevazı, tok gözlü, kanaatkâr, erdemli. Köşe dönücüler, sapıklar, fırdöndüler her zaman vardı, ama sayıları son derece azdı. Anadolu şehirleri gibi İstanbul da çok güvenli bir şehirdi. Yanımızda bir yetişkin olmadan birkaç sokak ve cadde aşarak koşa koşa okullarımıza gidip gelirdik de bir şeycik olmazdı.
İlk apartmanlar 20. yüzyılın başlarında yapılmıştı İstanbul'da, ardından yurdun her köşesinde 3-4 katlı apartmanlar yükselmişti. Ama ağırlık bahçeli evlerdeydi. Annem 60'larda Kanlıca'da bir köşkte yaşayan arkadaşının kocasını apartmanda yaşamak için ikna etmeye çalıştığını, kocasının "Biz daire kirasını nasıl ödeyelim?" demesine karşılık  "İki aile taşınırsak ödeyebiliriz" dediğini söylerdi. 70'lerde İstanbul'da on bir kata kadar imar izni verildi ve büyük bir hızla köşklerin, konakların yerini apartmanlar almaya başladı. Kaldırımlardaki ıhlamur ağaçları, bahçelerdeki mimozalar, türlü çeşit ağaçlar, çiçekler kesilip atıldı. Sokağımızdaki ağaçların kesilmemesi için çalmadığımız kapı bırakmamıştık. Ama kimse istemiyordu ağaçları, çiçekleri. Hem büyük bir hızla hem de hevesle kutu gibi evlere taşındı insanlar. 21. yüzyılın başlarında apartmanlar da alçak gelmeye başladı insanlara. Rezidansta yaşama hevesine düşüldü, camları bile açılmayan, arsalara bloklar hâlinde karşılıklı yerleştirilip rüzgârın bile sıkışıp kaldığı yerlerde yaşamak bir ayrıcalık kabul edildi. 2020 yılında Covid-19 sebebiyle insanlar balkonu bile olmayan kutulara kapanmak zorunda kalınca, köyde yaşayan insanlara özenilir oldu. Hele ki bu illetin gelişmemiş, havayı kirletmemiş ülkelerde daha az görüldüğü anlaşılınca köy evlerine, bahçeli evlere özlem başladı. Bugün bir arkadaşım bir köy evinin fotoğrafını koyup da "En büyük hayalim" diye yazınca eski İstanbul bir film şeridi gibi geçti gözlerimden."
 
***
 
Tarihten...
Dalkavuklar ve uşak ruhlular...
"...... İki asırdanberi devam eden mağlubiyetlerimizin esbabını teşrih ederek buna çareler aramış ve emanetlerin ehline tevdi edilmemesini, dalkavukların ve uşak ruhlu insanların, bir kelime ile karaktersizlerin makbul tutularak ve iktidarsızlıklarına ve hatta iffetsizliklerine bakılmıyarak onların mühim işlerin başında tutulmalarını mağlubiyetlerin ve muvaffakiyetsizliklerin mühim amilleri meyanında saymış ve ( karakter noksanının ilim ve irfan noksanından daha ziyade tahribat icra ettiğine şüphe etmemelidir) demiştim. "
Yukarıdaki paragrafı Ali İhsan Sabis Paşa'nın 1943 yılında yayınladığı Harb Hatıralarım adlı kitabının 23.sayfasından aldım...
Osmanlı Devletinin yıkılma sebebi olarak bakış açısı... Hele, dönemin bazı komutanları ve torpille bir yerlere getirilen komutanlar için söyledikleri de:
"... Sade üniforma taşıyan mankenlerden biriydi." (age. S:20)
Yine:
" Bilgiyi çoğaltmak belki kolaydır. Fakat karakter terbiyesi çok güçtür. Kisbi olmaktan ziyade, fitridir. Bunun için bilgi ile karakteri, becerikliliği ve ahlakı mezcetmiş şahısların yüksek kumanda ve idare mevkilerinde bulunmaları çok ehemmiyet verilecek bir vatan meselesidir. Başka mülahazalarla bunu yabana atmak, değerli insanları layık oldukları yerlerde kullanmamak, seciyesizlere, dalkavuklara ve düşkünlere paye vermek vatan işlerine çok zarar verir. Sulh senelerinde, iyi günlerde bunun zararı göze batmaz. Fakat buhranlı zamanlarda, harb veya muharebe zamanlarında bunun zararı veya faydası tamamen ortaya çıkar.
...... büyük işlerin başlarına sade nazari değil, ameli olarak da kudretli ve ahlaklı insanları geçirmek ve bu hususlarda başka türlü endişelere, hislere kapılmamak lazımdır. "(age, S:43)
20. Asrın başında, ülkemizin başına gelen felaketlerin müsebbibi olarak bunları yazan Ali İhsan Sabis Paşa'nın hatıralarından dersler çıkarmalıyız...
Liyakat, ahlak, erdem, çalışkan olmak, Türk Milleti'ni aşk derecesinde sevmek, maddi zenginliği elinin tersiyle itmek( devletin parası üzerine çöreklenmek) , daha toplumcu bir bakış tarzıyla herkesi kucaklayan politikalar oluşturmak, Türk Milleti'nin en zeki çocuklarını makamlara getirmek  ve Cumhuriyetin kurucularına ve değerlerine saygılı olmak için saydığımız kavramlara ve tarih bilgisine önem vermek gerekir, derim...
Bilgi edinmeniz dileğiyle...
******
Düşünmeye, okumaya, yazmaya ve konuşmaya devam...