Tarımsal üretimdeki bu adaletsiz kazanç dağılımı, çiftçileri üretimden soğuturken, tüketicilere ise pahalı sebze ve meyve olarak geri dönüyor. Üretimden tüketime uzanan zincirde en az kazanan kesim çiftçi olurken, en büyük payı ise aradaki aracılar alıyor.
Tarım ürünlerinin tarladan çıkış fiyatı ile tüketiciye ulaştığı nihai satış fiyatı arasındaki büyük uçurum yıllardır bilinen bir gerçek. Ancak bu fiyat farkları son yıllarda öyle boyutlara ulaştı ki, kamuoyunun tepkisi sosyal medyada çığ gibi büyümeye başladı. Çiftçiler alın teriyle ürettikleri ürünleri zararına satarken, tüketici markette ve pazarda aynı ürünü fahiş fiyatlara almak zorunda kalıyor. Bu durum, sadece bir ekonomik dengesizlik değil, aynı zamanda ciddi bir tarım politikası sorunu olarak karşımıza çıkıyor.
Pazarda ya da markette 30-40 TL’ye satılan ürünlerin tarladaki çıkış fiyatı çoğu zaman 6-7 TL civarında oluyor. Örneğin çiftçi domatesi 6 TL’den satarken, ürün İstanbul ya da Ankara gibi büyükşehirlerde 35 TL’ye kadar ulaşabiliyor. Aradaki bu büyük fark ise ne üreticinin ne de tüketicinin cebine giriyor. Asıl kazanan, hiçbir üretim riski almadan yalnızca taşıma ve aracılık yapan kesim oluyor.
Aracılar çiftçiden üç kat fazla kazanıyor
Tarım ürünlerinin piyasaya arzı sürecinde, çiftçiden sonra devreye giren ilk basamak genellikle “hal dışı esnaf” olarak adlandırılan aracılar oluyor. Bu kişiler, ürünün fiyatını çiftçiye net şekilde bildirmeden alım yapıyor. Pek çok çiftçi, ürününü sattığında yalnızca kilo miktarını gösteren bir fiş alıyor. Fiyat ise “halde belli olacak” denilerek sonra söyleniyor. Bu sistemde çiftçi ne pazarlık yapabiliyor, ne de ürününün gerçek değerini öğrenebiliyor. Hal dışı esnaf, ürünü örneğin tarladan 6 TL’ye alıyor ve toptancıya 11-12 TL’den satıyor. Yani ürün, daha şehir dışına bile çıkmadan ikiye katlanıyor. Toptancı bu ürünü büyükşehirlerdeki hallere, market zincirlerine veya pazarcılara satarak fiyatı bir kez daha yukarı çekiyor. Lojistik, depolama, komisyon gibi bahanelerle fiyat 30-35 TL’ye kadar yükseliyor. Bu hesapla aracı, çiftçiden en az 3-4 kat daha fazla kazanç sağlıyor. Tarım sektörü mevsim koşullarına, doğal afetlere ve girdi maliyetlerine fazlasıyla duyarlı bir sektör. Çiftçi üretime başlarken gübre, mazot, ilaç, işçilik gibi pek çok gideri en baştan üstlenmek zorunda. Buna rağmen ürünü satarken kazancı sınırlı, hatta çoğu zaman zararla karşı karşıya kalıyor.
Domates, biber, patlıcan gibi temel gıda ürünlerinde dahi üreticinin kârı yok denecek kadar az. Yağmur-çamur demeden, yaz sıcağında kavrularak, kara kışta donarcasına tarlada çalışan üreticiler, karşılığında emeğinin hakkını alamıyor. Diğer yandan, yalnızca aracı olan, üretim sürecine hiçbir katkısı olmayan kişi ve kurumlar, hiçbir risk almadan büyük kazançlar elde ediyor.
Bu dengesiz tabloyu gören tüketici ise tepkisini artırıyor. “Bu düzen böyle gitmez” diyerek sosyal medyada fiyat listelerini paylaşan vatandaşlar, tarladan 2 TL’ye çıkan ürünün pazarda 30 TL’ye nasıl ulaştığını sorguluyor. “Bu emeğe yazık değil mi?” diyen vatandaşlar, üreticinin sömürülmesine isyan ediyor.
Üretim devam etmezse tüketici daha da zorlanacak
Bugün çiftçiler kazanamıyor, üretmekten vazgeçiyor. Yarın ise raflarda yerli ürün bulmak zorlaşacak. Türkiye, bir dönem “kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biri” olarak gösterilirken, bugün en temel gıda maddelerinde bile ithalata yönelmek zorunda kalabiliyor. Bu da döviz çıkışı ve daha pahalı tüketim anlamına geliyor. Tarım sadece bir ekonomik sektör değil, aynı zamanda milli bir güvenlik meselesidir. Çiftçi üretmezse, tüketici de tüketemez. Bu zincirin sağlıklı işlemesi için üreticinin korunması ve desteklenmesi şart. Aksi takdirde kazanan sadece aracı değil, ithalatçı ülkeler de olacak. Türkiye'nin geleceği ise gıda bağımsızlığını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacak.
Atakan Alkış