Türk Dünyası'nın yaşayan en büyük şairi Mehmet İsmail( Prof. Dr. Mehmet İsmail) üzerine Saadettin Ağabey' in ( Prof. Dr. Saadettin Yıldız) bir yazısı...

Türk Dünyası'nın yaşayan en büyük şairi Mehmet İsmail( Prof. Dr. Mehmet İsmail) üzerine Saadettin Ağabey' in ( Prof. Dr. Saadettin Yıldız) bir yazısı...
Bilgi edinmeniz dileğiyle...
 
“Memmed İsmayıl’ın Ağaçdelen” Şiirini Yeniden Yazma Denemesi:
DÖY GAPIMI AĞAÇDELEN DÖY DE BAH!
 
Saadettin Yıldız
-Türk Dünyasının gururu Prof.Dr.Mehmet İsmail’e sekseninci yaş armağanı-
 
Sonbaharın sisli-puslu bir günü. Ananın-atanın düşler görüp hayaller kurduğu köyüne varmışsın. Etraf sessiz. Geleceğinden kimsenin haberi yok. İçinde nice nice duygular kaynarken evine varıyorsun. Sessizce açacaksın kapıyı, hatıralar gelip dolanacak boynuna. Anan saçlarını okşayacak, senden önce dönüp gelen atan derinden derin yüzüne bakacak. Ev, yılların sırlarını bir bir dökecek önüne. Sessizlik ne çok şey söyler insana!...
Fakat daha bahçe kapısına varmadan bir tıkırtı duyuluyor. Yıllardır kimsesiz duran, avlusunu kara yellerin kürüdüğü eve kim gelir?
Yaklaşıyorsun, değişik bir ses. İnsan vuruşu değil. Neden sonra fark ediyorsun ki, bir ağaçdelen sessizliğin kapısını dimdiklemektedir. Hatıraların kapısını açmaya mı geldin ağaçdelen? Anamın-atamın ruhuyla sohbetin mi var? Onları incitmiyorsun değil mi?...
Yolunu mu şaşırdın ağaçdelen, aklını mı kaçırdın; saçlarımın aklarında yiyecek mi, ne buldun!
Bu “Külbe-i ahzân”ı gözlemeye mi, bana bir şey söylemeye mi geldin ağaçdelen, borcum var da istemeye mi geldin? Ağaçla konuşuyorsun, benimle de konuş. Anamla, atamla konuştuysan de bana... Ben dünyaya onların armağanıyım, asıl ünvanım budur.
Bir dağ yamacında yüzyıllardır kımıl kımıl kaynayan bulag kuruyanda nasıl tekrar açılmazsa baht da batar gider. Kapıyı dövüp duruyorsun, yatanları, yatan bahtı uyandırabilir misin, ağaçdelen!
Ağaçdelen, yaka yırtılmış, birimiz bir yere diğerimiz başka yere savrulmuşsak, evden-obadan, kavim-kardaştan ayrı düşmüşsek ömür ömür değil, gün gün değil. Araz’a sor, arzularım ne zaman gerçekleşecek; ben ne zamana kadar düşümde arayı kesen, gömleği yırtan ırmaklar göreceğim!
Sanki kolay işim zora girdi, zaman benimle iddiaya tutuştu, kulaklarım bir ses duymayı bekliyor: Şimşek mi çakacak, gök mü gürleyecek? “Atan gelmiş” mi diyecekler?
Tahta yavaş yavaş çürüyor ağaçdelen farkında mısın? Zaman o tahtadan yavaş çekiliyor, farkında mısın? Hiç durmadan, inadına dövüyorsun kapıyı; fakat düğüm öyle atılmış ki nasıl çözeceksin, çözebilecek misin?
Savaşın içimizde tutuşturduğu ateş öyle yanıyor ki ne su yeter onu söndürmeye, ne de teselli... Dimdiklediğin kapı sadece benim değil, yeryüzüne açılan bir kapı o. O büyük kavga, dünyanın kaç köşesinde kaç evi yetimler ocağı hâline getirdi?
Ağaçdelen, kapımı döymeye devam et, devam et ki başımıza gelenleri dimdik seslerinden duyayım, gagaladığın tahtanın erim erim eriyen damarlarından göreyim. Bir hüzün ocağına dönen evimi ta yüreğimin derinliklerinde yaşatayım.
“Ağaçdelen, döy gapımı, döy, görüm...”
Lefke, 1 Kasım 2019