Çini sanatında yaptığı çalışmalarla tanınan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü Öğretim Görevlisi Nilay Köksal Karaman, üzün süren çalışmalarını ‘Seyr-i Sefer Çanakkale’ adlı sergide birleştirdi. 4 Mayıs’ta tarih kapılarını açan ve 4 Haziran’a kadar açık olacak sergide yaklaşık 30 eser sergileniyor. Yoğun ilgi gören her bir eser üç ayrı dönemin tarihini bünyesinde barındırıyor. Gördüğü ilk günde Çanakkale’ye aşık olan ve ‘Bir Gün yaşayacağım kent’ diyerek geri döndüğü Çanakkale’nin 4 ayrı dönemini eserlerine yansıtan Öğretim Görevlisi Nilay Köksal Karaman’ın ‘Seyr-i Sefer Çanakkale’ sergisi sanatseverlerin de yoğun ilgisini çekti. Troya, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin yansıtıldığı  sergisinde Öğretim Görevlisi Karaman ,  çini eserleri ile tarik yazmış.
Öğretim Görevlisi Nilay Köksal Karaman, Akademik kariyeri, çini sanatı ve sergisi hakkında bilgiler veren Nilay Karaman, “Ben bir Çini sanatçısıyım ama her şeyden önce ben bir akademisyenim.  Bu sanatla ilgili gençleri yetiştirmek ve Türk sanatlarına gençlerin de sahip çıkmasını sağlamak  en büyük hedefim. Bu yola çıkarken   Akademik kariyerime Sakarya Üniversitesi Sanat Tasarım ve Mimarlık Fakültesinde başladım.  Mezuniyetimin ardından kendi  tasarımlarını üreten  atölyemi kurdum.  Yaklaşık 16 sene Sakarya Üniversitesinde görev yaptıktan sonra  geldiğim Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde çini alanında eğitim vermekteyim. Akademik çalışmalarımı sürdürürken bir yandan da  Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde Geleneksel Türk El Sanatları Bölümünde  Merhum Prof. Dr. Kerim Silivrili atölyesinde çini tasarımı eğitimi aldım.  Geleneksel Türk El Sanatları Bölümünün kurulmasına büyük emekleri olan Kerim Hoca’dan ders almak benim için çok önemli çünkü çalışmalarıma yön verdi. Daha sonraki dönemlerde Çininin alt yapısının aslında  seramik eğitimi almayı da gerektiğini düşündüğüm için bu kez de  Marmara Üniversitesi Seramik Cam  Bölümünde artistik seramik alanında  Yüksek Lisansımı da Marmara Üniversitesinde tamamladım.
Geleneksel Türk Sanatlarında Çini’nin geleceğe doğru bir şekilde yansıyabilmesi ve bu mesleğin geleceği için yeni öğrencilerin yetiştirilmesini hedeflediğim için Geleneksel Türk El Sanatları Bölümünde Akademisyen olarak der vermeye ve öğrencilerle beraber çalışmaya karar verdim.  Türk El Sanatlarına baktığım zaman çoğunlukla söylediğim bir söz var.  Her müzik aynı notalarla yapıldı ama her sanatçı kendi müziğini farklı bir şekilde icra etti.  Geleneksel Sanatlarda da bizim motiflerimiz  aslında bizlerin notalarıdır. Biz eğer Bu Notaları doğru çizmeyi, doğru anlamayı becerebilirsek, o zaman notalara doğru basarak kendi müziğimizi yaratabiliriz. Bu notaları geleceğe de sunabiliriz.  En büyük hedefim de bu doğrultuda Hareket ederek çok iyi klasik tasarımlar çizebilen, ama sonucunda kendi müziğini yapabilecek hale gelen  genç sanatçılar yetiştirmek.
Çini sanatı bizim için kıymetli olan Geleneksel el sanatlarımızdan bir tanesi. Çünkü  Uygurlar’dan, Göktürk’lerden itibaren  Türk sanatı içerisinde yerini almaya başlamış,  Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklularının mimarideki kullanımlarında en üst seviyeye ulaşmaya başlamıştır.  O yüzden diyebiliriz ki bu sanat bu toprakların eseridir.  Daha sonra Kurulan Osmanlı Devleti ile birlikte devam eden bu sürecin Cumhuriyet döneminde yeni nesillerin yetişmesi ile de  devamlılığının sağlanması ve geleceğe aktarılması çok büyük önem taşımaktadır” dedi.

HAYALLERİMİZ CANLANDIRIYORUM
Hayallerini bu eserlere yansıttığını belirten Öğretim Görevlisi Köksal, sözlerini şöyle tamamladı; “Her şeyden önce El Sanatları ile uğraşanların  kendi tarihlerini, hem sanat tarihi açısından hem de  genel tarihlerini çok iyi bilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kendi tarihinizi bilirseniz sanatınızı çok iyi bir şekilde icra edebilirsiniz.  Bunun için de çok okumak ve okuduğunuzu anlayabilmek gerekiyor.  Ben de yaptığım eserlerde öncelikle iyi bir tarih araştırması yapıyorum.  Araştırmanın ardından üreteceğim seri hakkında yaptığım tarih araştırmaları üzerine  kendi hikayeler yazıyorum.   Yazılı metne döndürdüğüm hikayeler,  daha sonra çinilerde renkleniyor ve canlanıyor.
Seyr-i Sefer sergimin de çıkış noktası aslında  benim hayat yolculuklarımla ilgili. Çünkü yolculuklarla dolu bir yaşamım oldu.  Hayatımı yansıttığım eserlerim Türkiye’de ve dünyadaki pek çok yerde sergilendi.  Bu yolculuklarımın içinde Çanakkale benim her zaman dönebileceğim ve yaşayabileceğim bir şehirdi.  Bugün yaşamayı düşündüğüm şehirde artık  eğiterek, üreterek var olmaya çalışacağım.  Seyri Sefer Çanakkale sergimin her bir eserinde  üç anlatım bulunuyor.  Çünkü bana göre Çanakkale demek,  Troya demek, Karesi Oğulları Beyliği ile burada var olan Selçuklu demek, Osmanlı ve Cumhuriyet demek.  Her eser bu dört dönem üzerine kurgulanmış durumda. Sergiyi ziyaret edenler eserlerde Troya’yı, Selçuklu’yu, Osmanlı’yı ve günümüzü görmesi mümkündür. Sergimde tabloların yanı sıra Kapılar serisi de bulunuyor.  Kapılar serisi ise hayatımızdaki umutlar üzerine kurgulanmış bir seri. Çünkü hayatımızda yeni bir şeylere başlarken, ya da çok umutlu olduğumuz bazı anlarda hep deriz ki ‘Bir kapı kapanırsa yenisi açılır’ bu kapılar da umuda açılan kapılar.  Anadolu’da kapılar umutların yanı sıra bir de devletlerin kurulmasına  açılmıştır. 1071’de Selçuklu’nun Anadolu’nun kapısından girişi, Osmanlı’nnın bu topraklarda var oluşu ve Cumhuriyetin gelişi  açılan yeni kapılar ve yeni umutlarla var olmuştur.  Kapılar serisinde de bunları anlatmak istedim. Kapılarda da Selçuklu, Osmanlı ve günümüze ait izler yer alıyor.”

Sedat Uz
Foto: BHA