‘’Sanat, kötülüğü engelleyemez ama vasatlığın önüne  geçmekte etkili olabilir'' diyen Yener; ile bu konularda kendisi ile bir röportaj gerçekleştirdik. 


 
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü mezunu Gökmen Yener çıkardığı kitaplar ve yaptığı sanatsal ürünler
ile sanata dair yazmaya ve üretmeye devam ediyor.  Yener; ‘‘’Ülkemizin sanat konusunda yetersizliğinden yakınmak bir sanatçı klişesi olmuş durumda. Bu, haklı bir serzeniş olduğu gibi sosyoekonomik düzeyi Türkiye gibi olan ülkelerde biraz züppece de kaçıyor. Sanat, kötülüğü tam anlamıyla engelleyemez ama vasatlığın önüne geçme iddialı olabilir’’diyen Yener ile kıtmetli bir röportaj gerçekleştirdim.İşte sohbetimiz; 
 
Kendinizden kısaca bahseder misiniz?
 
Ben Gökmen Yener. Artvin Yusufeli doğumluyum, İstanbul’da yaşıyorum. Plastik sanatlar alanında eğitim ve üretim yaparak hayatımı idame ettiriyorum. Bir de edebiyatla uğraşıyorum diyelim. Bununla beraber, icra ettiğim sanatların hiçbirini hobi olarak görmüyorum. Her biri benim olmazsa olmazım, yaşama sebebim.
 
Eğitim ve sanat hayatınız hakkında bilgi verir misiniz? Sizi yazmaya teşvik eden süreç nasıl gerçekleşti?
 
 
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü mezunuyum. Bol krizli, uzun soluklu ve macera dolu bir eğitim hayatım oldu. Hatta bana tüm bunları yaşatan Çanakkale’yi ikinci memleketim olarak gördüğümü söyleyebilirim. Ben, insanın yaradılış mitosunun iki periyotta gerçekleştiğini düşünüyorum. Birinci periyotta Tanrı tarafından yaratılıyoruz, ikinci periyotta ise biz kendimizi yaratıyoruz. Benim kendimi yaratma sürecimin coğrafi skalasında Artvin’e ve Çanakkale’ye dair tonlar baskın geliyor. Tabii burada benliğime nüfuz eden şey bir arazi meselesinden ziyade sosyal doku durumu. Sanat üretmeyi bir taşma hâli olarak görürsek, bana bu taşma durumunu yaşatan hususun ilk gençliğimle beraber açığa çıkan, ölüm kavramını kanıksama süreci olduğunu söyleyebilirim. Ölüme hayret edişim, hayatı bir atölye olarak görmemi sağlıyor. 
 
 Bir şiir ve bir roman kitabınız var. Kitaplarınızda hangi temalara değiniyorsunuz?  
 
Şiir ve roman birbirinden çok farklı iki disiplin… İlk kitabım ‘’Çoktan Ölmüş Gökmenler Cumhuriyeti’’ bir şiir kitabıydı. İsmi her ne kadar depresif bir intiba bıraksa da; ölüm imgesiyle bir pes edişe değil sınırsız bir sil baştanlığa, kendine dâhi mahkûm olmamaya vurgu yapmaya çalıştım. Romanım ‘’Ulak ve Tanık’’da benzeri öğelerle dolu. Gerçeküstülüğü, felsefi sorgulamaları ve kurmaca dünyaları işlemeyi seviyorum. İçinde hayal gücü olmayan her şey yarım ve sıkıcı geliyor bana. 
 
 
Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitap var mı? Eğer varsa türü nedir ve nelere değiniyorsunuz?
 
 Evet var. Aşağı yukarı yarısını tamamladığım ve ‘’İz Sürenler Vardiyası’’ ismini verdiğim bir romanım var. Bir işçi romanı ama ‘’Gökmen Yenerce’’ bir işçi romanı… Yine sürrealist olaylar, zamanlar arası geçişler ve alışılageldik tipolojinin dışında karakterler olacak.
 
Sanatın toplum için gerekliliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Kültür ve sanat alanında ülkemiz hangi noktada sizce?   
 
 
Sanat; topluma, deneme cesaretinde bulunursa neye dönüşebileceğini gösteren bir gereç… Yani bir nevi dönüştürücü aparat... Bununla beraber sanatın kötüyü iyiye dönüştüreceği iddiası bana fazla iyimser geliyor. Sanat entelektüel varsayılabilecek ufuklar açabilir. Ancak içinde öldürme istenci olan biri, sanatla da öldürebilir. Hâsılı sanat, kötülüğü tam anlamıyla engelleyemez ama vasatlığın önüne geçme konusunda hayli iddialı olabilir. Coğrafyamızın, vasatlığın yarattığı kötülüklerle dolu olduğunu düşünürsek buradaki ince detayı kavrayabiliriz. Diğer sorunuza gelecek olursak, ülkemizin sanat konusunda yetersizliğinden yakınmak bir sanatçı klişesi olmuş durumda. Bu, haklı bir serzeniş olduğu gibi sosyoekonomik düzeyi Türkiye gibi olan ülkelerde biraz züppece de kaçıyor. Acı gerçek şu ki konut kira bedeli olarak asgari ücretin yarısından fazlasını ödeyen birine sanatın bir hobi değil ihtiyaç olduğunu anlatamazsınız. Çünkü o kişi hayatta kalmak gibi son derece hiper gerçek bir durumla karşı karşıyadır. Yapılabilecek tek şey, mevcut imkânlar dâhilinde sınırları zorlamak ve kendi yaratım aralığını belirlemek olabilir. Bazen, kimi yazarların; günde sekiz saat yazdığına dair haber metinleri okuyorum. Bunların içerisinde ülke çapında ünlü olanlar da daha az tanınan isimler de mevcut. Açıkçası ben bu tip haberleri hep hayretle karşılıyorum. Bir insanın günde sekiz saatini yazmaya ayırabilecek ekonomik özgürlüğe ulaşmış olması benim için tahayyül edilemez bir gerçeklik. Ama biliyorum ki dünya böyle bir yer. Adaletsiz ve sert… Benim üstüme düaşen görev yakalayabidiğim her fırsatı değerlendirmek ve kendimi bu alanda zinde tutmak olabilir. ‘’Ulak ve Tanık’’ı yazarken fabrika işçisiydim mesela. Gece vardiyalarında çalıştığım vakitler, gündüz saatlerinde yazarak bitirdim. Şimdi şartlarım daha farklı. Sanat Eğitmenliği yapıyorum ve yazmaya daha fazla zamanım var gibi.
 
 
Son zamanlarda açığa çıkan’’ Türk Edebiyatı-Türkiye Edebiyatı-Türkçe Edebiyat’’ polemiği hakkında ne düşünüyorsunuz? Tercihiniz nedir?
 
‘’Türkçe Edebiyat’’ eksik bir tanım olmakla birlikte Türkçeyi sonradan öğrenen farklı etnik kökene mensup yazarlarımız adına kabullenilir görünüyor. ‘’Türkiye Edebiyatı’’ ise hayret edilesi derecede saçma ve bundan da ötesi kaba. Zira bir ulus, benliğini dili ve edebiyatı üzerinden kazanır. Bu tip bir tanımlama, Türk’ü edebiyatsız bırakmaya kadar götürür. Bu açıkça hak gasp etmektir. Bunun farkına varmak için hodbin bir milliyetçi düşünceye sahip olmak gerekmiyor. Kararınca insan merkezli bir düşünceyle, bu riyakârlığı ve kötü niyeti anlamak mümkün…
 
Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
 
Özgün metinler yazmaya çalışan bir yazarı; çok okura ulaşmak değil, anlayan okura ulaşmak mutlu eder. Kitaplarıma sanal ortamdaki bütün kitap satış sitelerinden ulaşmanız mümkün. Ümit ediyorum ki bir yıl içerisinde ‘’İz Sürenler Vardiyası’’nı da bitirmiş ve ilginize sunmuş olacağım. 
 
 
İbrahim Akın Kazancı