Troya Müze Müdür Rıdvan Gölcük’ün sosyal medya üzerinden düzenlediği canlı yayına katılan Doç. Dr. Hakan Öniz, sualtı arkeolojisine ilişkin bilgiler paylaştı.

oronavirüs tedbirleri kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı müze ve ören yerleri ziyaretçilere kapatıldı. Çanakkale'de merkeze bağlı Tevfikiye köyü sınırlarında bulunan Troya Müzesi'nin Müdürü Rıdvan Gölcük, alınan bu kararlar doğrultusunda kapanan Troya Müzesi'nde  sosyal medya üzerinden canlı yayınlar gerçekleştirerek, vatandaşlara müzede bulunan eserler hakkında bilgi veriyor. Gölcük’ün geçtiğimiz gün konuğu hayatını sualtı arkeolojisine adamış  Doç. Dr. Hakan Öniz’i konuk etti.  Öniz, ‘Türkiye’nin Sualtı Aekeolojisi’ hakkında bilgiler verdi.  Canlı yayında Sualtı Arkeolojisi ile ilgili yapılan çalışmaları değerlendiren ve Koronavirüs sürecinde yapılan çalışmalar hakkında bilgiler veren Doç Dr. Öniz  “Hem dünya hem de ülkemiz maalesef belli bir kilit dönemde hiçbirimizin haya bile edemeyeceği bir dönem geçiriyoruz. Biz de bu dönemi fırsata çevirmeye çalıştık.  Bilindiği üzere arkeoloji araştırmalarında öyle ince noktalar var ki yüzey araştırmasında bile yüzlerce, binlerce işaret karşımıza çıkıyor.  Bunları, günlük hayat akışında ayırmamız çok zor.  Bu süreçte, 15 yıllık araştırmamızda bulduğumuz tapeleri tek tek ayırdık ve bunları bir kitap haline getiriyoruz.  Avrupa Birliği Türkiye Su altı Arkeolojisi Enstitüsü var,  Kültürel Miras Enstitüsü bununla ilgili bir kitap çalışmamız var. Yani bu dönemde daha çok makaleler, kitaplara odaklanmış durumdayız” dedi.

DÜNYADAKİ SUALTI ARKEOLOJİ ÖNÜMÜZÜ OSMAN HAMDİ BEY’E BORÇLUYUZ
Türkiye’nin Sualtı geçmişine ve Türkiye’nin sualtı Arkeolojisinin dünyadaki önemine de değinen Doç Dr. Öniz,  “Biz hayatımızı Sualtı Arkeoloji Müzesini oluşturmak için adadık. Denizin içinde olmak dünyanın en güzel şeyi. Dolayısı ile işimizi severek yapıyoruz. Denizin içinde geçmişe ait bir şeyleri aramak ondan da güzel. Yani düşünebiliyor musunuz  binlerce yıl önce batmış bir gemideki, gemicilerin hayatına dokunmamız söz konusu. Ya da bir kaptanın hayallerine dokunuyorsunuz ve siz buna kendinizi adamış durumdasınız. Bizim bugün severek yaptığımız bu işi 150 sene önce Osman Hamdi Bey düşünmüştü zaten.  Bazı insanlar sanki bu dünyadan değilmiş gibi düşünebilirsiniz. Osman Hamdi Bey’de öyle bir insan. O dönemin imkanları ile  bir taraftan İstanbul müzesini kuruyorsunuz, Osmanlı İmparatorluğunun eserler yasası üzerinde çalışıyorsunuz, Ordunuz bir yandan Afrika bir yandan Avrupa’da savaşırken siz bir odanın altınından haberdar oluyorsunuz   ve Osmanlının o adasının su altında kazı yaptırıyorsunuz.  O yüzden bizim bu gün yaptığımız işler o kadar da zor değil. Önümüzdeki iki bilgisayar ile dünyanın her yeri ile toplantı yapabiliyoruz.  Bütün imkanlara ulaşabiliyoruz. Arkamızda Kültür ve Turizm Bakanlığımız var.  Bütün zorluklara rağmen Osman Hamdi Bey su altında arkeolojik kazı yapmış ve dünyanın ilk sualtı arkeolojik çalışmasını gerçekleştirmiştir.  Hamdi Bey su altında her türlü kazıyı yapabiliyor. Demek ki Arkeoloji kısmına hakim bir insan. Bunu da o dönemin Su Altı Arkeolojisi olarak nitelendirmek kesinlikle mümkün. Osman Hamdi Bey kazıda buldukları eserlere ‘Devlete aittir’ diyor. Yani 150 yıl önce bizden önce eserlere sahip çıkıyor. O yüzden Türkiye’nin dünyadaki Su Altı Arkeolojinin önünü biz Osman Hamdi Beye borçluyuz” dedi.
 
Doç. Dr. Hakan Öniz   sözlerini şöyle sonlandırdı: “Biz 2018 Yılında Tunç Çağı Batığımızı bulduğumuzda, bu batığın M.Ö. 16. 17 Yüz Yıla ait olduğu bir batık olduğunu tespit ettik. Biz batığı önce bulduk daha sonra en önemli yayın organlardan birine verdik. Ve bu yayınlama ile bütün dünyaya kabul ettirdik. Daha sonra Antalya Valisi çıktı ve bu batığı açıkladı.  Açıklandıktan sonra Avusturya’dan Çin’e kadar Ana Haber bültenlerinde haber oldu ve ismi duyuruldu. Makalesi bile İnternette Trend Topic oldu.  Bu bulgu, dünyanın en eski ticaret gemi batığı olarak değerlendiriliyordu. Uruburun Batığu 14. Yüzyıl batığıydı.  Buradaki batık tüm dünya bilim adamları tarafından varlığı kabul edildi.  Hatta bazı bilim adamları ve bazı meslektaşlarımız ‘böyle bir batık yoktur. Arıyorlar’ diyordu. Ne zaman biz kazı için farklı bir enstitü ile birliğine başladık o zaman inandılar gerçeği söylediğimizi. Eğer Tek başımıza çalışmaya devam etseydik bir çok meslektaşımız bu batığın varlığına inanmayacaktı”

Bünyamin Nami Tonka